Türkiye ekonomisinin, “içe kapanık, gerilimin had safhada olduğu, adalet duygusunun zedelendiği, muhalefetin yargı kararlarıyla dizginlenmeye çalışıldığı” bir ortamda düzelmeyeceği nihayet iktidar tarafından da anlaşıldı.

“Reform”, “demokrasi”, “insan hakları” gibi sözcüklerin yetkili ağızlardan çıkması dahi Türk Lirası’nın beş günde yüzde 10 değer kazanmasını sağladı.

Şimdi gelin o açıklamalara, yaşanan gelişmelere ve sahadaki duruma biraz bakalım:

1) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifasını kabul ettikten sonra yerine hızlı bir şekilde atama yapıp reform mesajları verdi. Erdoğan, şu cümleleri kurdu:

“Önümüzdeki aylarda öngörülebilir, kolay erişilebilen yargı sistemi için yeni adımlar atacağız. Yapısal reformların içindeyiz. Ülkemiz yatırım hukuku standartlarına sahiptir. Hukuk sistemimizin taraflarıyla, ekonominin tüm temsilcilerinin istişareleri ile ortaya çıkacak ihtiyaçları süratle hayata geçirerek ülkemizi yeni döneme hazırlayacağız. Yatırım iklimini olumlu yönde geliştireceğiz. “

Berat Albayrak’ın istifası doların düşme sürecini başlatmıştı ama Erdoğan’ın bu sözleri Türk Lirası’ndaki değer artışının daha istikrarlı seyretmesini sağladı.

2) Peşi sıra Adalet Bakanı Abdulhamit Gül şunları söyledi:

“Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun, bizim yargıçlardan, yargı mensuplarından beklediğimiz budur. ‘Şu ne der, bu ne der, adliyeye gelen insan şöyle telkinde bulundu, şu nasıl bakar, nasıl değerlendirir, bu konjonktüre uygun mu.’ Arkadaş, yargı konjonktüre bakmaz, yargı hatıra bakmaz, yargı birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka, anayasaya bakar. Bizim beklentimiz budur. O yüzden adalet yerini bulsun, ne olursa olsun yargı mensuplarının yanında HSK vardır, bu millet vardır. Hiç kimsenin tavsiyesine, talimatına, telkinine bakarak değil, dosyaya bakarak vicdanınıza göre karar verin ve 83 milyon huzur içerisinde geleceğe daha güvenle baksın. Bu konuda bütün hakim ve savcıların, adalet sisteminin yanında güçlü şekilde durmaya devam edeceğiz.”

Dinlemeyi bırakın, okurken dahi insanın alkışlayası geliyor. Hakimlerin karar verirken “Şu nasıl bakar”, “kim nasıl telkinde bulundu”, “konjonktüre uygun mu” gibi detayları düşünmek zorunda kaldığını bu seviyede bir ismin dile getirmesi muhteşem bir özgüven göstergesi. Yargı mensuplarına “yargı birilerinin dediğine bakmaz”dan daha açık bir uyarı yapılabilir miydi?

3) Bakan Gül’ün konuşmasından hemen sonra bir başka detay ortaya çıktı. Hakimler Savcılar Kurulu, Osman Kavala’yla ilgili kararlarda imzası olan yargı mensuplarının listesini istemiş.

Malum, “Birinci sınıfa ayrılan ve birinci sınıf olan hakim ve savcıların çalışmalarının değerlendirilmesi esaslarına ilişkin ilke kararı”nın 7. Maddesi’nin “j”  bendi şöyle diyor:

“Yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkeleri temelinde; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nce yapılan incelemelerde ihlal kararına sebebiyet verip vermedikleri, neden oldukları ihlalin niteliği ve ağırlığı ile ilgililerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa ile teminat altına alınan hakların korunması konusundaki gayretleri göz önünde bulundurularak yükselmeye layık olup olmadıklarına karar verilir.”

Yani diyor ki yargı mensupları terfi ettirilirken AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun karar verip vermediklerine göre de değerlendirilecekler. Daha açık ifadeyle kararları AİHM’de ya da Anayasa Mahkemesi’nde “ihlal” olarak değerlendirilenler terfi edemeyecekler.

★★★

Şimdi Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın açıklamalarına ve HSK’nın attığı adıma bakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: “Bundan sonra hiçbir yargıç kendisinin ve sanığın siyasi görüşüne göre karar vermeyecek!”

Gerçekten söyleyebilir miyiz?

Keşke söyleyebilsek!

Keşke HSK, AYM’nin Enis Berberoğlu kararını tanımayan İstanbul 14. ve 15. Ağır Ceza mahkemesinde görev yapanlar için ilke kararının 7. Maddesi’nin j bendini uygulayabilse.

Keşke, SÖZCÜ davasında, OdaTV davasında, Canan Kaftancıoğlu davasında, Osman Kavala davasında, Ayhan Bilgen’in davasında ve AİHM ile AYM’nin “ihlal” kararı verdiği diğer kararlarda imzası olan yargıçlar, “biz bunları bırakırsak iktidar ne der” ya da “hapiste tutarsam iktidarın gözüne girerim” demeseler, diyemeseler!

Yapılan açıklamalar umutlandırsa da yaşananlardan o kadar çok ağzımız yandı ki sütü bile üfleyerek içiyoruz. Sözler yetmiyor, icraat bekliyoruz.

Ne dersiniz, bu koşullar altında o açıklamalara inanıp güvenelim mi?