Osmanlı-Türk devleti, ilk borcunu 1854 yılında yani bundan 166 yıl önce Padişah Abdülaziz zamanında, Kırım Savaşı’nın finansmanı için İngiltere’den almıştır. Borcun anaparası 200.000 sterlin (altın), faizi yıllık %6’dır. O gün bu gündür bu ülkeyi yönetenler, hızlı kalkınma veya girilen savaşı kazanma gerekçesiyle dış borç almayı sürdürmüştür. İstiklal Harbi sırasında ve akabinde Rusya’dan ve Hint Müslümanlarından aynî ve malî yardımlar alınmışsa da 1946’ya kadar yeni Türkiye devleti, kendi yağıyla kavrulmuştur denebilir. AKP ile dış borçlanma adeta patlamıştır. Dış borç “cari açık” finansmanı için alınmış, finanse edildikçe de “cari açık” kapanmamıştır. Gerçekte ithal malları tüketim fazlasından doğan “cari açık”, el parasıyla sefa sürme alışkanlığından vazgeçmemek için “yatırım finansmanında iç tasarruf açığı” diye tanımlanmış ve “Dış borç- suz yaşayamayız” sabit fikri beynimize kazınmıştır. Bu “öğrenilmiş çaresizlik” tuzağından kurtulamayanların en tuhaf huyu da “Döviz rezervlerimiz yetersiz” diye üzüm üzüm üzülmektir.

SÜREKLİ CARİ AÇIK VEREN ÜLKENİN REZERVİ DE DIŞ BORÇTUR

Bu ülkeyi yönetenler ve onların akıl hocaları geçmişte de Merkez Bankası’nın rezervlerini “yüksek göstermek” için bugünkü swap anlaşmalarından beter yöntemlere başvurmuştur. Bu yöntemlerden en pahalısı da 2001 krizinden önce uygulanan “kredi mektuplu döviz tevdiatı” veya “süper döviz hesapları” hokkabazlığıdır. O günlerde de “güzel ve yalnız” ülkemiz dövizde sıfırı tüketmişti. Aklı evveller şöyle düşündü: Almanya’da yerleşmiş “gurbetçilerin” milyarlarca döviz tasarrufu var. Bu tasarruflar Alman bankalarında çok düşük faizle yatıp duruyor. Bunları “yüksek faiz” verip ülkemize çekelim ve Merkez Bankası’nın rezervine ekleyelim. Ancak kişiler, Merkez Bankası’na mevduat yapamayacağı için araya Alman Dresdner Bankası’nı sokalım. Böylece hem Hazine dış borç almış olmayacak, dolayısıyla “kamu borcu/milli gelir” oranı düşük çıkacak hem de Merkez Bankamızın rezervleri yükseleceğinden, notumuz da düşmeyecektir!

İKTİSATÇILAR! İLK HEDEF CARİ FAZLADIR, İLERİ!

Türkiye ne zaman batacak, yani dış borçlarını ödemede temerrüde düşecek hesabı yapıp “IMF’ye gidelim” ya da “IMF’ye gitmeyelim, Londra veya Katar’a gidelim” diyenlere sesleniyorum. Borç, borçla ödenmez. Ancak ertelenmiş olur. İcabında bu da yapılabilir. Ama önce cari fazla vermeyi “misak-ı iktisadi” ilan etmek şarttır. Türk ekonomisinde “yapısal değişikliğin” adı, cari açık veren yapıdan, cari fazla veren yapıya geçmektir. Hukukun üstünlüğü, israftan kurtulma, gösteriş yatımlarıyla kara delik oluşturma, yandaş kollayarak verimsizlik yaratma, din değil, fen adamı yetiştirme gibi konuların hepsi çok önemlidir ve iktisatla ilgilidir. Ama öncelik,  bu ahval ve şerait altında dahi cari açığı sıfırlayıp, “Döviz bitti” kâbusundan uyanmaktır.

Son söz: Cari fazla verenin, rezerv sorunu olmaz.