Sonbaharda Türkiye ekonomisinin döviz darboğazına gireceği, yurt içinde ve özellikle yurt dışında konuşulup duruyordu. Türkiye birkaç yıldır %6-7 gibi fahiş faiz vererek dövizli borçlarını döndürüyordu. Hal böyleyken ülke ekonomisini yönetenler, bu yıl da “cari açık” vermeyi ve bunu da yeni dış borç alarak kapamayı planlamıştı. Türkiye biri “döviz” diğeri “TL” olan “çift paralı” bir ülkedir. Parası döviz olan ülkeler de ekonomik sorun yaşar. Ama dövizsizlik krizine girmez.  Parası döviz olan ülkelerin sahip olduğu finansal imkânlara Türkiye benzeri ülkeler sahip değildir. Onların yaptıklarının aynını yapmaya kalkmak haddini bilmemektir. ABD ve AB, koronavirüsün sebep olduğu sosyal ve ekonomik sorunları çözmek için merkez bankalarına “para bas” talimatı verdi. Neticede dünyada “para/döviz” bolluğu oluştu. Hal böyle olunca 2009 krizinde olduğu gibi Türkiye’nin yeni dış borç bulması çok kolay olmalıydı. Ama olamadı. Çünkü Türkiye, dünyaya, iktisaden güven ve siyaseten huzur vermedi. Üstelik hem israfta hız kesmedi hem de TL basarak iç tüketimi kamçıladı. Finansal istikrar bozuldu. Bu da yabancıları ürküttü.

YETİŞ EY BABACAN

Ekonomiyi izleyen yorumcularla, iktidar veya muhalefetteki siyasilerin iktisadi öncelikleri ve tercihleri aynı değildir. Hatta ekonomistler de aralarında anlaşamazlar. Mesela ben, Türkiye’nin cari açık vermeden daha hızlı büyüyeceği iddiasındayım. İspatı, Japonya, Çin ve Kore gibi ülkelerinin deneyimleridir diyorum. Ama benimle hemfikir olan ne iktidar da ne de muhalefette tek bir siyasetçi yoktur. Mesela AKP hükümetlerinde uzun süre ekonomi bakanı olarak görev yapmış (ve başarılı addedilen) Ali Babacan, “Depoda 10 litre benzin (döviz rezervi)  kalmışken de arabayı 100 km hızla sürebilirsiniz” diyerek, izlenmekte olan ekonomi politikanın ülkeyi hızla “ani duruşa” götürdüğünü söylüyor. İşbaşında olsanız ne yapardınız sorusuna ise “Geçmişte yaptığım gibi, bütçe disiplinine riayet ederek dışarıya güven verir, böylece bol dış borç bulurdum” diyor. Ben ise bugün ortada görünen sorunun “dış borç bulamamak” olduğunu ama gerideki “kök sorunun” geçmişte çok dış borç bulmak olduğunu söylüyorum.

KRİZ KAÇINILMAZ DEĞİLDİR

Döviz fiyatlarının yılbaşından bu yana “yarım dolar artı yarım Euro” hesabıyla %26 artması enflasyonu artıracaktır. Üstelik döviz rezervlerinin fiilen ekside olması “sermaye hareketleri” endişelerine yol açabilir. Yabancılar “Swap” hokkabazlıklarıyla rezerv oluşturmayı yutmamaktadır. Bunlar hemen herkesin söyledikleridir ve doğrudur. Ama doğrular bundan ibaret değildir. AKP’nin “itibardan tasarruf olmaz” diyerek cari harcamaları patlatmasına ve yatırımlarda gösteriş merakına rağmen Türkiye ekonomisi güçlüdür. Korkulduğu kadar kriz riskine maruz değildir. Bir defa; ortada “gecikmiş bir devalüasyon” yoktur. Hatta tersi vardır. Zaten (parasal altın dâhil, sermaye hareketleri hariç) Türkiye’nin güncel döviz açığı yoktur. Bu kurlarla ihracat artışı, ithalatı geçer. Turizmin canlanmasıyla döviz akımı artıya geçebilir. Üstelik Türk halkının tonu 67 milyon dolara çıkmış altından en az 3000 ton rezervi vardır. Bunun ederi 200 milyar dolardır. Hamdolsun varlıklı halkımız tedbirli davranarak “güvenli limanlarda” 150 milyar dolar depolamıştır.  Hükümetimiz de “dostları artırıp, düşmanları azaltma” kararı (?) almıştır.

Son söz: Devleti fakir, halkı zengin ülke olmaz.