“Bundan bir cacık olmaz” cümlesinde, cacığa yüklenen aşağılama anlamına şiddetle itiraz ediyorum.

Keşke, “bir şey olamayan” yeteneksizler, lezzetli bir cacık olmayı becerebilseler.

Aşağıladığınız cacık, ansiklopedide “madde” olma şerefini kazanmış.

İşte “Rakı Ansiklopedisi”ndeki cacık maddesi:

Fıstık Ahmet Tanrıverdi, bu maddede şunları yazmış: “Rakı sofrasının vazgeçilmezleri arasında ilk sıraları zorlayan meze. Ana maddesi yoğurt olan cacık çok çabuk yapılır ve yardımcı maddeleri değişkendir.”

Ansiklopedideki başka bir madede de cacık severliğiyle ünlü bir şahıs tanıtılıyor: Cacıkçı Neşet Efendi.

Bu şahıs Balkan göçmeni, akşamcı bir nalbant. Ona göre Silivri’den İstanbul’a gelen binlerce yoğurt ile Langa bostanında yetiştirilen yüzbinlerce salatalık sadece cacık yapmakta kullanılıyordu. Yani tam anlamıyla bir cacık budalasıydı.

Dostları arasında yer alan Osman Cemal Kaygılı, bu ilginç kişiliği şöyle anlatır: “ Cacık dediler mi birden ağzının suları akar, adeta elden ayaktan kesilirdi. Yaz, kış nerede bir havan tıkırtısı duysa, mutlaka cacık için sarımsak dövüyorlar deyip durur, musiki dinler gibi kendinden geçerdi.”

Cacıkçı Neşet Efendi’nin gözünde yılın en güzel mevsimi, taze sarımsağın yetiştiği aylardı. Evinin bahçesine bir çardak yaptırmış, ortasına da mermerden bir havuz kondurmuştu. Yaz akşamları bu havuzun içine buz atar, cacığı burada yapardı.

Cacık böylesine tutku yaratan lezzetli bir yiyecektir.

Ayrıca kavurucu yaz sıcaklarında, insanoğluna kol kanat geren yiğit bir dosttur da!

Bir çok yemeğin vazgeçilmez arkadaşıdır. Taze fasülyenin, pilavın, böreğin, mücverin, kabak kalyenin, türlünün, dolmaların, sarmaların...

Ana maddesi yoğurt, sarımsak, dereotu ve zeytinyağıdır. Genelde hıyarla yapılır.

Ama kimilerine ve bölgelere göre hıyar başka sebzelerle yer değiştirir. Mesela marulla, semizotuyla, ıspanakla, kabakla.

Ben kereviz sapıyla yaptığım cacığı da çok severim. Rakının yanına yakışır. İnsanı ferahlatır.

Şöyle yaparım bu lezzetli cacığı: Kereviz saplarını ince ince doğrarım. Dövülmüş sarımsakla birlikte süzme yoğurdun içine atıp iyice karıştırırım. Sonra üstüne biraz süzme zeytinyağı gezdiririm. Bolca dereotu serpip, bir güzel kaşıklarım.

Bu kadar basit!

Bir de çağla cacığı vardır. Çağlalar martın ikinci yarısında kendilerini gösterirler. Üreticiler bademlerinin daha iyi olması için bu körpe çağlaların bir bölümünü toplarlar. Yani mahsulü seyreltirler.

İşte cacık bu çağlalardan yapılır.

Çağlalar ince ince doğranır, ezilmiş sarımsak, biber ile birlikte süzme yoğurta karıştırılır. Üstüne zeytinyağı, dereotu konup, rakıya eşlik edilir.

Cacığın memleketi neresidir? Biz, bizim deriz, Yunanlılar ise kendilerinin olduğunu iddia ederler.

Bu sorun açıklığa pek kavuşmamıştır.

Yunan cacığı süzme yoğurtla yapılır, hiç su konmaz. Salatalık miktarı daha boldur. Ekmeğe sürerek yiyenler bile vardır.

Cacık kelimesine ilk olarak Ahmet Vefik Paşa’nın 1876’da yazdığı Lugat-ı Osman’da rastlanır.

Bazı kaynaklar Fatih’in, yoğurt, pazı ve yoğurtla yapılan ve üstüne çörek otu serpiştirilmiş bir tür cacık yediğinden bahsederler. Yani tarihi biraz daha öne çekerler.

Etimologlar cacığın, Farsça Jaj kelimesinden geldiğini öne sürerler. Jaj yemeğe konulan ot anlamını taşır. Akla yatan bir varsayımdır.

Her babayiğitin bir cacık yiyişi vardır. Kimi klasiğini, kimi çeşitli yorumlarını sever. Hatta bazıları içine bir iki damla sirke, üstüne kuru nane serper.

Kimi Hatay’ın tuzlu yoğurdu ile kimi Denizli’nin yanık yoğurdu ile kimi manda kimi koyun yoğurdu ile yapılması gerektiğini öne sürer.

Benim için hepsi makbuldür.

Yani cacık kıymetlimdir.

Onun için değersiz insanlara “bundan bir cacık bile olmaz”diyerek cacığa hakaret etmeyelim.