Bir ülkenin iyi yönetilip yönetilmediğinin gerçek göstergelerinden bir tanesi, yönetenlerin verdiği mesajların halk tarafından doğru anlaşılması ve söylenenlerin fiiliyata dökülmesi olsa gerek. Ama söylenenlerin  çoğunun sonunun gelmeyip saman alevi gibi sönmesi ise bu tezin tam karşıtı olur diye düşünüyorum. Dünyada örneği olmayan, ne olduğunu da hala daha anlayamadığımız  “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” döneminde söylenenler ise sanki bu karşıt tezi destekler nitelikte olsa gerek ki AKP’ye oy veren kesim tarafından bile artık inanılırlığını yitirdi. Bu AKP ye yandaş anket sonuçlarında bile açıkça görülüyor.

Referandumda yetkiyi  bana verin ülke uçacak denmişti, hatırlarsınız. Ama şu an ülkenin geldiği  durum hem siyasi hem de ekonomik olarak ortada. İş dünyası ve halk büyük bir ekonomik sıkıntının içinde. Uluslararası düzlemde ise Katar haricinde ilişkilerimizin iyi olduğu başka bir ülke inanın aklıma gelmiyor. Pandemi yönetimi konusu ise içinden çıkılmaz bir duruma geldi. Yönetemedik, yönetmemiz için ekonomimiz izin vermedi.

“Demokratik ve ekonomik reformlar” denildiğinin hemen sonrasında Sayın Bahçeli’nin ülküdaşım  ve dava arkadaşım dediği Çakıcı, ülkenin kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanına ölüm tehditleri savurdu mesela. Nerede kaldı reform önerileri? Ve özellikle kimseden tek bir kelime dahi açıklama gelmemesi ise anlaşılır gibi değildi.

Yiğit bir savcı çıkıp, bunu ihbar kabul edip soruşturma açtı mı? Hayır!..

Sayın Adalet Bakanı resen bir uygulama yaptı mı? Hayır!..

Sayın Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde bulunanlar tutuklandı mı? Hayır!..  O zaman vatandaş soruyor, nerede hukuk reformu!..

AB’ye gülücük mesajları gönderip, Macron denen Türk düşmanına bir cuma namazı çıkışında söylenen sözler ise uluslararası kesimlerde nasıl değerlendirilecek, doğrusu meraktayım. Bu söylenen sözler, kısa süre sonra yapılacak olan AB’nin Türkiye değelendirilmesinde göz önüne alınmayacak mı sanıyorsunuz? Şimdi gel de ülkenin gurur kaynağı olan Dışişleri Bakanlığı’ndaki “MONŞERLER”’i arama, neredesiniz diye sorma!

Sayın AKP Genel Başkanı, ülkeyi tek başına yöneten biri olarak her şeyden önce “GÜVEN” duygusunu sadece yurt içinde değil, uluslararası camiada da sağlamanız gerekli. Ama görünüşe göre işimiz gerçekten zor. Öncelikle ortağınız ne der ne demez hiç umursamadan, gerçek bir DEMOKRATİK HUKUK reformu yapmalısınız. Bu reform sağlanmadığı sürece hiçbir yabancı yatırımcı ülkeye gelmez ve bu da bizim iki yakamızı bir araya getirmemize asla müsaade etmez.

Konuyu daha fazla uzatmadan Nasreddin Hoca’nın bir öyküsüyle sizleri baş başa bırakıyorum.

Nasreddin Hoca bir gün tarlasında çalışırken oradan geçen bir genç kendisine şöyle seslenmiş:

“Kolay gelsin baba! Falan köye ne kadar zamanda gidebilirim?”

Hoca, hiç oralı olmamış, sanki soruyu duymamış gibi işine devam etmiş.

Genç adam aynı soruyu daha yüksek sesle bir daha sormuş. Hoca yine oralı olmayınca adam içinden "sağır mıdır nedir bu adam ?" diye düşünerek bir daha var gücüyle seslenmiş:

“Heeey hemşerim! Sana söylüyorum duymuyor musun! Şu köye ne kadar zamanda varabilirim diye soruyorum, bir cevap versene!..”

Hoca yine cevap vermeyince adam "bu adam ya sağır, ya bunak, ya da başka bir derdi var" diye düşünerek Hoca'dan ümidini kesmiş ve yürümeye başlamış.

Biraz yürüdükten sonra arkasından Hoca’nın şöyle seslendiğini işitmiş :

“Oraya tam iki saatte varırsın.”

Üç kere sorduğu halde sorusuna cevap alamadığı için canı zaten sıkkın olan adam iyice sinirlenmiş ve demiş ki :

“Yahu sen ne biçim adamsın, madem biliyordun, şunu baştan söyleseydin ya!”

Hoca’nın cevabı pek mürşidane olmuş :

“Evladım! Ben köyün hangi mesafede olduğunu gayet iyi biliyorum ama senin yürüyüşünü görmeden, ne kadar zamanda oraya varabileceğini nasıl söyleyebilirdim ki?”

Anlayana!..

SON SÖZ: Adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur, geri kalan her şey onun etrafında döner. Konfüçyüs