Bir de “İlâç derdi” çıktı karşımıza...

Her ne kadar iktidar “Pik (zirve) yapıyoruz” diye iddia etse de, ekonomik veriler bunun tersini gösteriyor.

Borç bini aştı, alacaklılar kapıya dayandı!

ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield, “Türkiye’deki, devlet hastanelerinin yabancı ilaç şirketlerine borcunun bir yılda 230 milyon dolardan 2,3 milyar dolara çıktığını ve ABD’li ilaç şirketlerine bu borcun ödenmemesi durumunda Türkiye’ye ilaç satışının durdurabileceğini” söyledi.

Bu, açıkça bir tehdittir!

Adam “Paramızı ödeyin, yoksa sonuçlarına katlanırsınız!” diyor.

Borçlu olanın boynu bükük olur, borçlu suçlu gibi durur. Parasını isteyen adama (terbiyesizlik de yapsa) ne diyebiliriz ki?

Ekonomisi PİK yapan bir ülke böyle “Müflis tüccar” gibi borcunu ödeyemez bir duruma düşer mi hiç?

★★★

İlaç krizi ülkede çok acı durumlara yol açar.

İktidar ve küçük ortağının, Türk Tabipler Birliği ile uğraşacağı yerde, ufukta görünen muhtemel bir krize acil çare araması gerekiyor.

Korona salgınının hızla devam ettiği bir dönemde patlayacak bir ilaç krizi çok büyük sıkıntılara yol açar!

Peki, Türkiye ABD’li ilaç şirketlerine olan borcunu ödeyemeyecek kadar mı dara düştü?

Hâlâ pembe tablolar çizmek boşuna... Lâfla pilav pişmiyor. Döviz bulmak lâzım!

★★★

CHP Tekirdağ Milletvekili ve Parti Meclisi üyesi Dr. Candan Yüceer, tüm bu olumsuzluklara Sağlık Bakanı’nın cevap vermesi istemiyle bir soru önergesi verdi.

Dr. Candan Hanım “Yakında sağlık ocaklarında sargı bezi bile bulunmayabilir, hastalarımıza en kritik ilaçları temin edemeyebiliriz” diye uyarıyor ve ekliyor:

“İktidar tarafından yandaş müteahhitlere geçiş garantisi ile, alım garantileri ile milyarlar aktarılınca vatandaşım ilaç parasını ödemeye para kalmıyor!”   

Acilen döviz lâzım!


ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield’in “Türkiye’nin ilaç şirketlerine borcunu ödemediği ve bunun sonucunun iyi olmayacağı” şeklindeki tehditkârzlerine tepki gösteren Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “Açıklamayı talihsiz buluyorum. Büyükelçi’nin sözleri, sömürge ülkelerindeki yaklaşımları hatırlatıyor. Ancak unutmasın ki, Türkiye eski Türkiye değil!” dedi.

Tamam, Büyükelçi’nin sözleri terbiye sınırını aşıyor. Her şeyin yolu yordamı, alacağını istemenin de bir usulü vardır. Ancak, Sağlık Bakanı’nın Büyükelçi’ye verdiği cevap da, cevap değildir. Adam, Türkiye’nin eski mi, yeni, mi olduğunu sormuyor ki, şirketlerin parasını istiyor.

Sağlık Bakanımızın o adama “Al paranı, kapa çeneni” demesini isterdik. Böyle diyemediğine göre acilen para bulunması gerekiyor. Aksi halde hastanelerde ameliyat bile yapamaz hale geliriz!

TEBESSÜM

“Ben vermem, devlet versin!”


Köyün birinde aynı gün, bir Karadenizli, bir Kayserili ve bir de Suriyeli sığınmacı ölmüş!

Cenazeleri gömdükten sonra yorgun argın dönüp kahvehaneye oturarak birer demli çay söyleyen köylüler, az sonra bakmışlar ki, Karadenizli mezardan çıkmış, üstünü başını silkeleyerek kahveye geliyor!

Şaşkınlık içinde “N’oldu yahu? Hayırdır, nasıl çıkıp geldin?” diye sormuşlar.

Karadenizli hınzır bir şekilde kıs kıs gülerek “Öbür taraf da aynen burası gibi... Zebaninin eline bir yüz lira sıkıştırdım, beni geri gönderdi” diye cevap vermiş. Köylüler merakla sormuşlar:

“Peki, Kayserili nerede?”

Karadenizli, getirilen çayı yudumlarken cevap vermiş:

“Ben gelirken Kayserili ’70 liraya olmaz mı?’ diye zebani ile pazarlık ediyordu.”

“Ya Suriyeli?”

“O da ‘Ben vermem, devlet versin!’ diyordu!”

GÜNÜN SÖZÜ


Halk boş lâflarla vaatlerle ilgilenmez, “Ekmek parası” ister!