“Gerçek kurtuluş, toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa ilmin ve fennin dışında bir tedavinin hiçbir zaman marazı tedavi etmeyeceği malumdur.” (Atatürk, 27 Ekim 1922)


Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkisi altına alan öldürücü koronavirüs pandemisi dinlerin, mezheplerin, ırkların, milletlerin, devletlerin ve ideolojilerin sınırlarını aşarak ilerliyor. İnsanlık, geçmişte pek çok defa olduğu gibi bir kere daha hiçbir sınır tanımayan “küresel” bir felaketle karşı karşıya... Bu küresel ölüm kalım savaşında tüm insanlık her şeyi bir kenara bırakıp “akla” ve “bilime” sığınıyor; tüm devletler “akılcı” ve “bilimsel” önlemlerle koronavirüsü yenmeye çalışıyor.

Koronavirüs pandemisi bizleri de bir kere daha “Manevi mirasım ilim ve akıldır” diyen ve “akla”, “bilime” dayalı laik bir devlet kuran Atatürk’ün “kurtarıcı” vizyonuyla yüzleştirdi. Akıl gözü açık olanlar, bir kere daha Atatürk’ün “akla, bilime dayalı laik Cumhuriyet” formülünün ne kadar doğru bir formül olduğunu gördü.



İLİM VE İKTİSAT ZAFERLERİ

Atatürk önce emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşının, sonra cehalete karşı bir uygarlık savaşının başkomutanıydı. Kendi ifadesiyle Kurtuluş Savaşı’ndaki “askeri orduların” yerini uygarlık savaşında “öğretmen orduları” ve “kültür orduları” almıştı.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından yaptığı bir konuşmada aynen şöyle demişti: “Bundan sonra pek önemli zaferlere koşacağız. Fakat bu zaferler süngü zaferleri değil, iktisat ve ilim zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı başarılar memleketimizi gerçek kurtuluşa kavuşturmuş sayılmaz. Bu zaferler ancak müstakbel zaferimiz için kıymetli bir zemin hazırlamıştır. Askeri zaferimizle mağrur olmayalım. Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım.(1)

Atatürk,  Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından kendi ifadesiyle “ilim ve iktisat zaferleri” için kolları sıvamıştı.  1 Mart 1923’te TBMM’de yaptığı konuşmada “ilim ve iktisat zaferleri” için yapılması gerekenleri şöyle sıralamıştı:

Uygulamaya dayanan yaygın bir eğitim öğretim için vatanın önemli merkezlerinde çağdaş kütüphaneler, botanik ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, atölyeler, müzeler ve güzel sanatlar sergileri kurmak gerekli olduğu gibi özellikle şimdi mülkiye merkezlerine kadar bütün yurdun matbaalarla donatılması gerekmektedir. Bütün bu güzel şeylerin bir an içinde meydana getirilmesi mümkün olmamakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman zarfında bu sonuçların elde edilmesi önemle temenni edilmektedir.(2) “Atatürk vizyonu” işte budur. Savaştan yeni çıkmış bir din/tarım toplumunda kütüphaneler, botanik ve hayvanat bahçeleri, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurmayı düşünebilmektir.

Atatürk, 2 Şubat 1923’te İzmir’de halka seslendiği konuşmada da şunları söylemişti: “Yol yapacağız, demiryolları, limanlar yapacağız. Sonra tamamen çağdaş ve bilimsel araçlar kullanarak tarımımızı yükselteceğiz. Sonra sanatkârlarımızı yetiştireceğiz ve onların sanat eserlerinden yararlanacağız. Dünya ile rekabete girebilecek tarzda hareket edeceğiz. Bu da fabrikalarla olacaktır.” (3)

Atatürk’ün “ilim ve iktisat zaferleri” sözde kalmadı. Cumhuriyet’in ilk 15-20 yılında kurulan okullar, fabrikalar, müzeler, yapılan demir yolları, ekilen tarlalar ile “ilim ve iktisat zaferleri” yolunda çok önemli adımlar atıldı.

EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİM VE FEN


Atatürk, “Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdur” diyordu. (4) Çağdaş medeniyeti “coşkun bir sele” ve “kuvvetli bir ateşe” benzetiyordu. Medeniyet selinde boğulmamak ve medeniyet ateşinde yanmamak için o sele ve o ateşe karşı kayıtsız kalmamak gerektiğini söylüyordu. (5)

Atatürk’e göre medeniyetin anahtarı akıl ve bilimdi.

Atatürk, medenileşmek için her şeyden önce “hayat ve insanlık gereklerinin gerçekliğine” saygı duymak gerektiğini düşünüyordu. Bir keresinde şöyle demişti: “Efendiler, artık, hayat ve insanlık gerekleri bütün gerçekleriyle ortaya çıkmıştır. Bunlara aykırı rivayetler ahlak ve imana esas olamaz. Gerçek tecelli edince yalan ortadan kalkar. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır...(6)

Atatürk’e göre “hayat ve insanlık gereklerinin” başında “akıl” ve “bilim” geliyordu. Ona göre “her şeyin kaynağı insan zekâsıydı.” “Aklın ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktu.”(7)

Afet İnan’ın aktardığına göre Atatürk, “Her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade edemeyeceği hiçbir şey düşünemiyorum” demişti. (8)

Prof. Dr. Ahmet Mumcu’nun deyişiyle “Atatürk, Türk tarihinde gerçek akılcılık çağını başlatan insandır.

[caption id="attachment_5695564" align="alignnone" width="880"] “Baş Kumandanımızın Muallimlere Hitabı” başlıklı haberde altını çizdiğim yerde Atatürk’ün şöyle dediği belirtiliyor: “Bir milletin maruzu felaket olması (felakete uğraması) o milletin hasta olması demektir.  Kati zafer, (gerçek kurtuluş) marazın tedavisi ile olur. Bu da ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılmalıdır. Aksi takdirde bütün sa’yler boşa çıkar.” (Vakit, 30 Ekim 1922, s. 1)[/caption]

Aslında Atatürk “hakikate” (gerçeğe) ulaşmayı başarmıştı. Doğuştan gelen dehası, okudukları, gözlemleri ve yaşadıkları sonunda, “hayata en hakiki mürşidin” ilim ve fen olduğunu görmüştü:

Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en hakiki (gerçek) mürşit (yol gösterici) ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır. Yalnız ilim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce sene önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin sene sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.” (9)

Atatürk bu sözleri 1924’te söylemişti. Yüzyıllarca sultan/halifelerin yönettiği, şeyhülislamların yön verdiği, dinsel kuralların egemen olduğu, Batı karşısında geri kalmış bir toplumda lafı hiç eğip bükmeden “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” demişti. Üstelik bunu derken “ilim” ve “fenden” ne anladığını da söylemişti: Adeta bir bilim insanı titizliğiyle ilim ve fennin her dakikada değiştiğini, bu değişimin ve gelişimin mutlaka takip edilmesi gerekliğini belirtmişti.

Atatürk, kurduğu Cumhuriyet’in temeline “pozitif bilimi” koymuştu. Bunu, 1933’te meşhur 10. Yıl Nutku’nda şöyle ifade etmişti: “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.

HASTALIĞIN TEDAVİSİ BİLİMSEL OLMALIDIR


Atatürk, sorunların ancak “ilmi ve fenni yöntemlerle” çözülebileceğini düşünüyordu. 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere yaptığı bir konuşmada “gerçek kurtuluşun” toplumsal hastalıkların “ilmi ve fenni bir tarzda” tedavi edilmesiyle mümkün olacağını söylemişti:

Gerçek kurtuluş, toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa ilmin ve fennin dışında bir tedavinin hiçbir zaman marazı tedavi etmeyeceği malumdur. Tersine maraz kalıcı olur ve tedavi edilemez bir hale gelir...” (10)

Atatürk, aynı konuşmasında kazandıkları askeri zaferin sırrının “orduların sevk ve idaresinde ilim ve fen ilkelerini rehber kabul etmek” olduğunu belirtmişti. Türkiye’de yeni açılacak okullarda da “ilim ve fenni rehber kabul edeceklerini” ifade etmişti. (11)

Atatürk, aynı konuşmasında “ilim ve fen nerede ise oradan alınmalıdır” demişti: “Bugün bütün dünyaya gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş, medeni bir millet olarak medeniyet alanının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan bulup alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur. Dinimiz bu yüce emri içerdiği içindir ki ekmel dindir. Dinimiz, ilim ve fenni putperest memleketlerde aratır; ta Çin’de bile aratır. Bu gerçekleri bütün milletin bilmesi lazımdır.” (12)

Atatürk, aynı konuşmasında “ilerlemede kayıt ve şart yoktur” demişti: “Hiçbir mantıki delile dayanmayan birtakım geleneklerin, kuralların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç, çok geç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede kayıt ve şartları aşamayan milletler hayatı makul ve pratik düşünemez. (Bu milletler) hayat felsefesini geniş gören milletlerin hâkimiyet ve esareti altına girmeye mahkûmdur.” (13)

 

MANEVİ MİRASI AKIL VE BİLİM


Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline “aklı” ve “bilimi” yerleştiren “Atatürk’ün manevi mirası” da akıl ve bilimdi.

Ben manevi miras olarak hiçbir nas-ı kati (değişmeyen söz), hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda kaldığımız çetin ve köklü engeller önünde belki amaçlara tamamen ulaşamadığımızı, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin iyilik ve kötülük anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde aklın ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.” (14)

İşte Atatürk’ün fikirsel ölümsüzlüğünün sırrı da burada gizlidir. Akıl ve bilim yaşamaya devam ettikçe “manevi mirası akıl ve bilim olan” Atatürk de fikirsel olarak yaşamaya devam edecektir. Bu topraklarda Atatürk’e düşmanlık aslında “akla” ve “bilime” düşmanlıktır. Bugün koronavirüs felaketine karşı tüm dünya Atatürk’ün “manevi mirasım” dediği “akla” ve “bilime” sığınmıştır. Devletler, akla ve bilime göre toplumsal hayatı düzenlemektedir. İşte laiklik bunun için yaşamsal bir zorunluluktur. Laiklik “din düşmanlığı” değildir; laiklik din ve devlet işlerinin ayrılması yanında hayatın “akla” ve “bilime” göre düzenlenmesidir. Atatürk işte bu nedenle laik bir Cumhuriyet kurmuştur. Demem o ki, kurtuluş kuruluştadır; kurtuluş Atatürk’ün manevi mirasındadır. Kurtuluş, akıl ve bilimdedir.

 

KAYNAKLAR, DİPNOTLAR:

1. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s. 298.
2. Atatürk’ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.15, s. 174.
3. ATABE, C.15, s. 92.
4. Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk,Ankara, 1991, s. 123.
5. ATABE, C.17, s. 286, Kocatürk, s. 82, 83.
6. ATABE, C. 16, s. 289.
7. Kocatürk, s. 390.
8. Kocatürk, s. 389.
9. ATABE, C. 17, s. 44.
10. ATABE, C. 14, s. 42,43.
11. ATABE, C. 14, s. 44.
12. ATABE, C.14, s. 44.
13. ATABE, C.14, s. 45.
14. Kocatürk, s. 400, 401, İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, İstanbul, 1980, s. 13.