2017 Haziran’ının ilk günleri, İzmir...

Göztepe taraftarları nefeslerini tutmuş, takımlarının pazar akşamı Eskişehirspor ile oynayacağı play-off final maçını bekliyorlar.

Çünkü Göztepe kazanırsa, 14 yıllık hasret sona erecek ve “Göz Göz” Süper Lig’e çıkacak...

★★★

Heyecanın doruğa ulaştığı o günlerde, değerli kardeşim Atilla Köprülüoğlu ile Urla’daki Göztepe tesislerine gidiyoruz.

Amacımız final karşılaşması öncesinde hem Teknik Direktör dostumuz Yılmaz Vural’a, hem de kamp yaparak finale hazırlanan futbolculara moral vermek...



TRT’de çalıştığım yıllardan tanıdığım, başarılarla dolu öyküsünü anlatan belgesel yaptığım, insani değerlerine sayısız sporcunun vefa borçlu olduğu, futbol dünyamızın “Yılmaz Abi”si, benim de kadim dostum Yılmaz Hoca ve kulüp çalışanları, bizi ilgi ve sevgiyle karşılıyorlar. Hatta Hoca, benden final maçı için futbolcuları motive edecek bir konuşma yapmamı rica ediyor.

Bir bakıma takımın “kozmik odası”nı açıyor.

Bu sorumluluğu kabul edemeyeceğimi söylememe rağmen ısrar edince, Göztepe’nin şanlı tarihinden kesitleri, İzmir için taşıdığı değeri ve Süper Lig’e çıkmaları halinde Türk futboluna ve bu güzelim kente sağlayacakları büyük katkıyı anlatan heyecan dozu yüksek bir konuşma yapıyorum...

Başlangıçta “Kim bu adam” dercesine bakan yabancı futbolcuların bile, tercümanın katkısıyla sözlerimi ilgiyle dinlediklerini görünce heyecanım daha da artıyor.

Tesislerden ayrılırken, Göztepe’yi çok zor durumdayken alıp bugünlere getiren değerli Başkan Mehmet Sepil de geliyor. Tanışıp sohbet ettikten sonra başarılar dileyerek ayrılıyoruz.

★★★

4 Haziran 2017 gecesi nefesleri tutma sırası bana ve Atilla’ya geliyor.

Normal süresi 1-1 berabere biten karşılaşmanın uzatmalarında da gol atılamayınca, şampiyonu belirlemek penaltılara kalıyor.

Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen dakikaların sonunda Göztepe 3-2 kazanıyor ve derin bir “oh” çekiyoruz.

Çünkü yenilmiş olsalar, bazılarının “Onların da ayakları uğursuz geldi” diyeceklerini gayet iyi biliyoruz!..

★★★

Yılmaz Hoca geçen sezon Akhisar’ı çalıştırdı.

Onları da play-off maçlarına kadar çıkardı.

O sırada koronavirüse yakalandığı öne sürüldü.

Semptomsuz geçen günlerinde sık sık kendisiyle konuştum. Her seferinde ilk testinin pozitif çıktığını, sonrakilerin hep negatif geldiğini söylüyor, olayın bir test yanılgısından ibaret kaldığını belirtiyordu.

★★★

Finaller bitti ve yazlık evinin olduğu Alaçatı’ya döndü.

Salgından önceki yazlarda sık sık buluşur, hem sohbet eder hem de gelip geçen takipçilerimizle fotoğraflar çektirirdik.

İçtenlikle söylüyorum, büyük kulüplerden birini çalıştırmamış olmasına karşın halkın böylesine sevdiği ve kendisine yakın bulduğu ikinci bir futbol adamını tanımadım.

★★★

Yeni normal başlayınca, Alaçatı’nın daracık sokaklarının birindeki mekanımızda buluştuk.

Ama kalabalık öylesine yoğun, ilgi de öylesine büyüktü ki maskeli olmamıza karşın virüsün bulaşmasından korkup, oradan uzaklaşarak hocanın yazlık evine gittik.

Konuksever eşi Seda kardeşimizin ev sahibeliğinde, eski futbolcular, teknik adamlar gibi site komşularının da katıldıkları sohbetimiz, hocanın kahkaha fırtınaları yaratan esprileriyle sürüp giderken bir de baktım, saat gece yarısını çoktan geçmiş!..

Sabaha doğru izin isteyip ayrıldım.

★★★

Bir kitap yazdı Yılmaz Vural Hoca, adı; “İnadım İnat.”

Yazdıkları, yaşamının bir özeti adeta...

Yazmasının amacı da -kendi ifadesi ile- yaşanmışlıklarının gelecek kuşaklara “el feneri gibi” yol göstermesi!..

★★★

Aydınlanma Çağı’nın Fransız bilgesi Diderot, “İnsanlar ikiye ayrılır” der.

“Tanıdıkça büyüyenler ve tanıdıkça küçülenler...”

Yılmaz Vural, tanıdıkça büyüyenlerdendir!

Onuruyla, dostluğuyla, birikimiyle...

Ve inadıyla!..

★★★

O meşhur inadını, kendisini yoğun bakımda yatmaya kadar götüren koronavirüse karşı da göstermesini ve onu da yenerek, hayatının en büyük başarısını kazanmasını yürekten diliyorum.

Ne olur şahane bir gol at şu virüse sevgili Hocam...