Bir yılı aşkın süredir devam eden pandemiyle birlikte gerek coronavirüs gerek aşılar ve gerekse mutasyonlarla ilgili akıllarda pek çok soru işareti var. Bu virüs laboratuvarda mı üretildi? Biyo-ekonomik bir savaş senaryosu mu? Neler amaçlanıyor olabilir? Kuş ve domuz gribinden farkı nedir?

Salgın ne zaman biter? Onkolog Dr. Yavuz Dizdar, ‘Olmak Ya da Olmamak’ adlı yeni kitabında tüm bu soruların yanıtını yaşadığı deneyimlerle, yaptığı araştırmalarla ve öngörüleriyle açıklıyor. Dizdar ile hem bu süreçte neler yaptığını hem de kitabını konuştuk…

BİR DÜZENDEN DİĞERİNE GEÇİŞ HEDEFLENİYOR

- Geçtiğimiz yıl coronavirüsü hafife almakla eleştirildiniz. Bakış açınızda bir değişiklik oldu mu?

Oldu demeyi çok isterdim ama olmadı… Ben coronavirüsü hafife almadım, bize anlatılan senaryoyu yani yarasa çorbasından bulaşma anlatımını komik buldum, hala da gülüyorum. Ama sonra süreci izleyince, arka plandaki bağlantıları okuyunca bana bir zamanlar anlatılanların bu kez gerçekten uygulamaya konduğunu anladım. Bunun esas delili de bu virüse birebir benzer bir yapay virüsü anlatan bilimsel makaledir, üstelik çalışmayı yapanların arasında Wuhan Viroloji Enstitüsü de var. Yani bu kez ciddiler, önceki salgın ihbarları bir yere kadar canlı tutulsa da Covid-19’un dünyadaki değişikliklerin kalıcı olması amacıyla ortaya çıkarılmış olduğu açıklık kazandı. Bu sadece bir sağlık ya da aşı meselesi değil, bir düzenden diğerine geçiş hedefleniyor, gerek ekonomik gerekse sosyolojik çok fazla sonucu olacak.

İşin kötü yanı virüsün de laboratuvardan bir kez çıkması cinin şişeden bir kez çıktıktan sonra bir daha içine tıkılamaması gibidir. Her bir bulaşmada mutasyon olasılığı olan bir süreci başlatıyorsunuz, planlama yapıldıysa bile “en az, en çok” diye varsaydığınız olasılıkları aşma ihtimaliniz elbette var. Rakamlara baktığınızda sürecin başından bu yana 40 bin can kaybı var, 14 aylık bir dönemden bahsediyoruz ama öte yandan da kanserden ülkemizde her yıl 80 binin üzerinde can kaybı var ve sürekli artıyor. Mesele can kaybıysa diğer alanlardaki duyarsızlaşma hali Covid-19 için de gerçekleşti. Bu hastalığın kanserden ana farkı “bulaşıcılık” kavramı ama beri yandan da hayatı sürdürmek zorundasınız, yüzünüzde ister istemez acı bir tebessüm beliriyor.

KARDEŞ KARDEŞ YAŞAMAYI ÖĞRENECEĞİZ

- ‘Olmak ya da Olmamak’ ilginç bir kitap olmuş… Adı aşı kararsızlığı gibi algılanabiliyor. Oysa içeriği çok farklı…

Evet, benim aşı karşıtlığımın olmadığını herkes en başından beri biliyor, kitap aşıları anlatmıyor, pandemi olarak adlandırılan sürecin nasıl ortaya çıktığını ve arka planının nasıl kurgulanabileceğini irdeliyor. Bugüne kadar öngörülerimin dışında bir gelişme olmadı. Laboratuvar ürünü virüs siz ne kadar önlem alırsanız alın dalgalanmalar şeklinde bir seyir izliyor, hatta siz önlemleri artırdıkça tablonun düzeleceği varsayımına gidiyorsunuz ama görünen o ki dinamik farklı. Eninde sonunda gelinen yer ise açık, Youtube’a son yüklediğim videonun üzerinden neredeyse bir yıl geçti, “biz bununla kardeş kardeş yaşamayı öğreneceğiz” diye bitirmiştim, öyle de oldu.

ÖZELLİKLE HASAR BIRAKMAK İÇİN PLANLANMIŞ Yavuz Dizdar, “Coronavirüs kuş gribi ya da domuz gribi gibi gerçek bir virüs ama özellikle hasar bırakmak için planlanmış görünüyor” dedi.


YAŞADIKLARIMIZI YILLAR ÖNCE GÖRDÜM

- Kitabınızda 2009’dan beri önceden uyarıları yapılmış, pek çok salgın yaşadığımızı hatırlatıyorsunuz… Mısır örneği de çok ilginç…

Evet, bu sürecin başı aslında 2000’lerin başına kadar gidiyor, ben 2009’da Mısır toplantısına gazeteci olarak davet edildim, sürece o zaman girdiğimde bugünkü bakış açım yoktu. Bizi bir salona topladılar, böyle bir pandemi tablosunu anlattılar ve aşının gerekli olduğunu, hatta zamanında sipariş edilmesi gerektiğini vurguladılar. Bir yıl sonra kuş gribi, birkaç yıl sonra domuz gribi geldi. Kuş gribi aslında insanlara bulaşmıyordu ama bir mutasyon olasılığını o zaman da vurguladılar.

SALGIN DÜŞÜNCESİNİN DEVAM ETMESİ İSTENİYOR

- Coronavirüsten önceki ilk pandemi deneyiminizden de bahsediyorsunuz... 

O salgın da grip virüsüne akraba virüslerden biriyle idi, domuz gribi adı verildi ve aslında o zaman da toplumda bu algıyı yarattı. Medya sürekli yeni vakaların ortaya çıktığı haberlerini veriyordu ve insanlar acillerin önünde kuyruk oluşturmuştu. Ancak Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan olası şüpheli kan örneklerinin neredeyse hepsinin pozitif çıktığını öğrendim yani herkes virüsle karşılaşmış ama hasar oluşmamıştı. Bu salgında ise bu bilgilerden yoksunuz ve öğrenmek de istemiyoruz, yani hastalığın kaç kişiye bulaşmış olduğu bilinmiyor, dolayısıyla anlaşılan şu, salgın düşüncesinin devam etmesi isteniyor.

VİRÜSÜN BİYOLOJİK SİLAH OLDUĞUNU SÖYLEMEK MÜMKÜN

- Pandemi için ‘iyi planlanmış bir salgın’ tanımlaması yapıyorsunuz. Bunu neye dayandırıyorsunuz?

İşin en az kuşku götüren kısmı maalesef bu, kitapta ilgili makalenin ön sayfasını ve erişim adresini de verdim, 2015’te yayınlanmış. Bir SARS virüsü almışlar ama bunun üzerindeki bağlanma moleküllerinin genetik şifresini ACE-2’ye bağlanacak biçimde değiştirmişler. Ardından bu virüsü üretip farelerde denemişler, yaşlı fareleri öldürdüğünü ama genç farelere etkili olmadığı sonucuna varmışlar. Dolayısıyla belli bir amaca hizmet edecek biyolojik bir silah geliştirdiklerini söylemem mümkün, üstelik araştırma desteğinin bir kısmı da ABD Uluslararası Gelişme Ajansı (USAID) tarafından verilmiş. Bu anlattıklarım çıkarım değil, doğrudan makalede yazıyor. Çalışmanın makalede bildirilen amacı ise insanlar açısından risk oluşturabilecek bir virüsün sınanması, gelin görün ki gerçekleşiyor, çünkü doğada var olmayan bir biçimi saldığınız zaman bunun ne getireceği ya da götüreceği belli olmuyor.



‘GÜÇLÜ’ DEĞİL ‘ESNEK’ BİR BAĞIŞIKLIK ÖNEMLİ

- SARS-CoV-2’nin kuş ya da domuz gribinden farkı nedir?

Kuş ve domuz gribi adı üzerinde bir grip türü, Influenza virüsleri tarafından meydana getiriliyor. Her ikisinin de hayvanlardan insanlara bulaştığı gösterilemedi, domuz gribinin insandan insana bulaştığı kabul edildi. Ama bu iki salgın toplumun algısının nasıl işlediğini anlamak açısından aşama oluşturdu, nitekim baktığınızda ülkemizde geçen sene de domuz gribine bağlı can kaybı bildirilmiş. SARS-CoV-2 ise Corona ailesinden üretilmiş bir virüs, bunun bulaşma ve mutasyon geçirme hızı daha fazla.

Virüsün esas ilginç özelliği ise bağlandığı molekülün vücutta yaygın olması, diğer grip virüsleri solunum sistemine özgüyken bu damar yatağı, sinir sistemi ya da üreme sistemi hücrelerine de bağlanabiliyor. Bulaşanların yüzde 99’u hastalık belirtisi göstermiyor ama geriye kalanlarda kendini aşırı reaksiyonla gösteren bir süreci tetikliyor. Bunu aslında virüsün kendisi yapmıyor, kişinin dokularının reaksiyonu, o yüzden güçlü değil, “esnek” bir bağışıklık sistemi vurgusunu özellikle yapıyorum. Bu hızla bulaşan bir virüsten korunma olasılığı çok yüksek değil ama esnekseniz, yani daha önce de hafif hafif, hastalık yapmayacak düzeyde karşılaştıysanız bir sorun oluşturmuyor.

CEP TELEFONU OLANLAR ZATEN ÇİPLİ

- Pandemiyle ilgili birçok komplo teorisi var. Sizce ne amaçlanıyor olabilir?

Neyin amaçlandığı henüz açıklığa kavuşmadı, birden fazla teoriyi kolaylıkla sayabilirim. Önce iyi niyetli teori, küresel iklim krizi bize anlatılan ötesine çoktan geçti ve dünyanın bir süreliğine durdurulması şart oldu, bu durumda virüsün yayılma olasılığını tehlike olarak kabul ederseniz karbon ayak izi denen sorunu da yavaşlatırsınız. Nitekim pandeminin ortaya çıkışı Paris İklim Anlaşması’na da paralel bir seyir izliyor, uçuşların azalmasının bile en azından ozon tabakasının yenilenmesine olumlu katkısı olacaktır.

Ortaya çıkan krizin elbette ekonomik boyutu var, pek çok ülke için sürdürülebilir değil ama beri yandan dünyada dolaşımda olan karşılıksız paranın geri emilmesine de zemin hazırladı. Oysa pandemi gibi olağanüstü bir koşul bu ekonomik balonu patlamadan kontrollü olarak söndürebilir. Diğer olasılık dünya nüfusunun azaltılması düşüncesini de toptan reddedemiyorum, çünkü salgının başından beri hep yüz milyonlarca can kaybından bahsedildi. İnsanlar garip biçimde çiplenme düşüncesine takıldı, oysa cep telefonu olan herkes bir yerde çiplenmiş demektir, sistem ilginizi, hareketlerinizi, paylaşımlarınızı ölçebiliyor.

SONU OLMAYAN BİR SÜREÇ YAŞIYORUZ

- Bu salgın nasıl biter? COVID-20,COVID-21 gibi yenileri gelir mi?

Şu anki durumda bu salgın bitmeyecek görünüyor, mutasyonları işin içine katarsanız sonu belli olmayan bir süreci yaşıyoruz. Sağlıklı bireylerde kesitsel tarama yapsanız belki de nüfusun büyük kısmı zaten geçirdi, yani toplum bağışıklığı kazanılmış bile olabilir. Burada şu soru yanıtlanmalı, medya aktarımını durdursak biz bu hastalığın varlığını hissedebilir miyiz, aslına bakarsanız çoğunlukla hissedilir görünmüyor, seyrek olarak şiddetlenmeyi algılar hale geliyoruz. Nitekim aynı aileden birkaç kişinin kanserden kaybedilmiş olması nasıl yadırganmaz hale geldiyse toplum buna da alışıyor. O zaman “ne zaman isterlerse o zaman bitecek” demek dışında yanıt bulamıyorum, birilerinin aklındaki hedef gerçekleşene kadar dünya bunu yaşamaya devam edecek.

PANDEMİ BENİ TEĞET GEÇTİ

- Hocam pandemi sizi nasıl etkiledi, neler deneyimlediniz?

Pandemi gibi dönemler olağanüstü koşulları beraberinde getirir ama beni teğet geçti desem çok da yanlış olmaz. Çünkü zaten yaşadığım koşullar ortalama birine göre olağanüstü sayılabilir. Bu nedenle evde geçirilen sürenin artması dışında günlük yaşamımda bir değişiklik olmadı. Evde de olsam olabildiğince erken kalkıyorum, ev işi derdi de olmayınca kendimi pandemi konusunda okumaya ve dinamiğini anlamaya verdim.

- Günleriniz nasıl geçiyor?

Günlük tempomda bir değişiklik yok, erken kalk ve hastaneye git, gelenlerle ilgilen, çıkışta ise artık eve dönmek dışında seçenek yok. Zoom benzeri mecralar üzerinden tıp fakültesi öğrencilerine erişim şansı buldum, onlara tıpta gerçekleşmekte olan değişiklikten bahsettim. İlk pandemi kapanmalarında etkilenmiştim, bugünlerde ise yazma faaliyetini geri kazandım, dolayısıyla kitaplar hazırlanması da olanaklı hale geldi.

- Coronavirüsten nasıl korunuyorsunuz?

Salgından korunmak için önerilen kurallara uymak dışında ek bir önlem almadım, dışarıdayken mecburen maske ama kolonya, dezenfektan gibi yaklaşımların ek bir katkısı olmadığını başında da biliyordum, eve gelince ellerimi ve yüzümü yıkamak dışında özel bir yaklaşımım yok. Yolculuk sırasında zaten toplu taşımayı kullanıyorum, bunu risk olarak algılamak şöyle dursun düzenli aşılanmanın da bir yöntemi olarak benimsedim. Söylendiği kadar bulaşıcı ve değişken bir virüs söz konusuysa aslında bundan korunarak uzak duramazsınız, bilakis kontrollü olarak temas etmelisiniz, toplu taşıma bunun için çok uygun.

İnsanlar zaten kurallara yeterince uyuyor, ben de uyuyorum, buna rağmen temas söz konusuysa bunun üstesinden gelecek bağışıklık sistemi için güçten çok esneklik önemlidir. Yani siz vücudunuzu bağışıklık sistemini güçlendirecek biçimde takviye ediyor ama buna karşılık aşırı korunuyorsanız ilk karşılaşmada yine ciddi sorun yaşarsınız, çünkü esnek değilsiniz. Oysa bedeninize iyi bakıp olabildiğince korunursanız bu toplumsal bağışıklık için de en doğru yaklaşım olur. Beslenme açısından da ek bir önlem almadım, tencere yemeklerine devam ettim, takviye almak gibi bir yol da seçmedim. Soğuk havalar da geçince genellikle salata ağırlıklı bir beslenme düzeni kurdum. Ayrılmaz bileşen soğan ve sarımsak, vücudun korunabilmek için özellikle bunlara ihtiyacı var.