Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk ile arasında geçen bir konuşmayı 3 Kasım 1970 tarihli Milliyet Gazetesi’nde şöyle aktarır:

“Bir gün Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri gözden geçiriliyordu. O sırada ukalalık edip demiştim ki; ‘Paşam, bu her bakımdan bir inkılâp partisidir.   İnkılâp partisi ise bir ideolojiye, bir doktrine dayanmadan yürüyemez.’  Yüzüme bir masumun yüzüne bakar gibi bakmış ve gülümseyerek; ‘O zaman donar kalırız,’ demişti. Atatürk’ün ne demek istediğini şimdi her vakitten daha iyi anlıyorum. Açık konuşayım, Atatürk demek istemişti ki; ‘Ben hür düşüncemi ve hür irademi, paslanmış demir kafesler içine hapsedemem. Bu hatayı işlersem, milletime ve kendime ileriye gitme ve yaratma gücünü kaybetmiş olurum.’”

İşte Atatürk’ü farklı kılan temel ilke.

★★★

Atatürk, kendi ifadesiyle her şeyden önce bir Türk milliyetçisiydi. Ancak milliyetçilik, Atatürk için bir ideolojik tanımlamadan ziyade bir bakış açısı, bir mihenk taşıydı. Atatürk’ün kurmuş olduğu devletin her bir tuğlası Türk Milleti için ve Türk Milleti’ne göreydi. Burada kastedilen bir ırkın bu topraklarda diğer ırklara olan üstünlüğü değil vatandaşlık tanımı doğrultusunda Türk Milleti’nin doğuştan yönetme ve sahiplik hakkı olduğunu iddia edenlere ve sömürgecilere karşı üstünlüğüdür. Yani milletin istiklali bizzat milletin azim ve kararına bağlanmıştır. Bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti, Sovyet Rusya veya Nazi Almanya’sı gibi ideoloji devleti değil milletin devletidir. Atatürk’ün yapmaya çalıştığı kendiyle, geçmişiyle, halkıyla, işçisiyle, memuruyla, esnafıyla, gençliğiyle, kadınıyla kavga halinde olan bir devlet kurmak değildi. Nitekim sıfırdan bir devlet kurmasına rağmen hiçbir zaman geçmişine hakaret etmemiştir. Bilakis tüm Türk tarihinin sahiplenilmesi ve öğrenilmesi için Türk Tarih Kurumu’nu kurmuştur. Atatürk’ün yapmak istediği Türkiye’nin daha müreffeh koşullara sahip olması için gelişimin sekteye uğramayacağı bir ortamın millete sunulmasıydı. Ancak özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası Türkiye radikal siyasi hareketlerin önüne geçilemeyerek ve birçok kez siyasi rant için bizzat politikacılar tarafından bu hareketlerin körüklenmesi, emperyalizmin maşası olan birtakım siyasi ve ekonomik çevrelerin gençleri maşa olarak kullanmasıyla fabrika ayarlarının çok uzağında kalınmıştır. Bugün gelinen noktada ise Siyasal İslam gibi radikal ve yıkıcı bir ideoloji kendini meşrulaştırmak, parlatmak ve tek yol gibi göstermek adına Atatürk’ü ve onun doktrinlerini “Eski Türkiye” yaftasıyla silerken kendi karşısına herkes tarafından görülebilmesi için elleriyle büyüttüğü bölücü ideolojileri çıkarmaktadır. Hasılı kelam Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermemektedir.”

Ruhun şad, fikrin daim, Milletin var olsun Ulu Önder ATATÜRK.

Son söz yine onun olsun:

“Milletim bana Atatürk, yani Türklerin babası diyor. Ben bu isme layık olduğumu düşünüyorum. Çünkü hakikaten Türklerin babası olmaya çalıştım. Milletime okumayı, düşünmeyi ve istemeyi öğrettim.”