Her millet, millet olabilme yolunda farklı ortak özelliklerden ilham alır. Soy, vatan, ekonomik çıkar, dil, din, kültür veya ahlak birliği gibi milleti meydana getiren unsurlar, bütün milletlerde aynı bütünlükte bulunmaz. Bu özelliklerden en kuvvetli ve bütünlüklü olanı Atatürk’ün “milli şuur” dediği ulusal bilinçtir. Öyleyse Türk Milleti’nin milli şuur kaynağı nedir?

Bu sorunun Türk Milleti adına net bir cevabının olmaması, son 150 yılın siyasi anlaşmazlıklarının sebebidir. İslamcılar doğal olarak din unsurunu maya olarak görmüşlerdir. Milliyetçilerin bir bölümü ise Anadolu’nun Araplaşma ve Acemleşme cereyanında kaldığını fark edip Türk-İslam sentezini öne sürmüşlerdir. Yani maya olarak yine dini seçmeleri, “kutsal”ın karşısında beşerî düşünceleri asimile etmiştir.

İslam dini kuşkusuz bu topraklardaki her bir bireyin, inançlı olmasa dahi, düşünce ve davranışlarının başat yön vericilerinden biridir. Bin yılı aşkın süredir atalarımız İslam dininin öğretileri ile hemhal olmuşlardır. Bunda elbette yadırganacak ya da inkâr edilecek bir durum söz konusu olamaz. Gelgelelim din; beşerî değildir, ölçülüp biçilemez; milli şuurun dahi ölçüsü olamayacak kadar ulvidir. Dini, bir ölçü olarak belirlemeye kalkışmak onu metalaştırır ve din bezirganlarını türetir. Diğer yandan metalaşan din, kendi aslından uzaklaştığı gibi birlikte ele alındığı tüm değerleri de yozlaştırır. Türk-İslam sentezi tamda bu yüzden hem Türklük şuuruna hem İslam’a zarar verir.

Türk Milleti’nin şuurunun yegâne ve bütünlüklü olan unsuru tarihidir. O tarih; dili, dini, kültürü ve ahlakı ziyadesiyle kapsar. Türk tarihi; tarih biliminin bir parçası olmaktan çıkarılıp, kulağa hoş gelen ve göğüs kabartan hikayelerin illa bir parçası haline getirilecekse eğer (!) bizi millet yapanın hatasıyla sevabıyla ortak tarihimiz (hafızamız) olduğu unutulmamalıdır. Hanedanın değil milletin torunları olduğumuz gerçeği de gelecek nesillere hassasiyetle işlenmelidir.

Tüm bunların ötesinde, Türkiye’de milliyetçi ideolojinin dört başı mamur bir üretim sistemi ve yönetim yapısı ortaya koyabilmesi için, milliyetçiliğin bilimsel bir bakış açısıyla yorumlanması elzemdir. Din zannedilen doğu kültürünü, topluma dayatarak bir mühendislik yapmaktan vazgeçip, toplumda değil yönetimde mühendisliğe gidilmelidir. Keza toplumun değil, yöneticinin ahlakıyla ilgilenilmelidir. Nereden ithal edildiği belli olmayan belki de bizim kendi köhnemiş alışkanlıklarımızdan ibaret birtakım toplumsal kuralların dayatılmasıyla o kadar çok vakit kaybedilmektedir ki, sıra bir türlü devlet ahlakına gelmemektedir! Halbuki kamuda liyakatsiz tek memurun maaşında, boşa harcanan tek kuruşta, lüzumsuz tüketilen tek bir bardak çayda her bir Türk vatandaşının ve onların soyundan gelecek olanların hakkı vardır. Zira millet kavramı; ortak bir geçmişten gelerek ortak bir hedefe yürüyen halkların dününü, bugününü ve yarınını ifade eder. Milliyetçilik, millete ait olanlarla safa sürmek değil, bizzat milletin haklarını korumaktır.

Şahidi İbrahim Dede’nin sözünü biraz değiştirerek yazıma son vereyim: Milletin hakkına her kim dokuna/Dokunur sinesi Allah okuna!