Tümel kavramlar içerik açısından sürekli evrilirler. Bilim ve teknolojideki gelişmeler, üretim ilişkileri, sosyolojik etkileşimler, hukukun ve adalet mekanizmalarının özgürlükler ve haklar zemininde genişlemesi, dinin kaynaklarını günümüz koşulları içinden yeniden okumayı zorunlu kılar. Tüm bunlar aklın durağan bir yapıda olmadığını da gösterir. Kendini aşmak isteyen akıl, bunu bilimde, felsefede, hukukta, teknolojide yapar; bunu teolojik algıda da yapar. “Her an bir şan’da (yaratıda) olan” (Rahman/29) yani her an kendini bambaşka bir yolla ortaya koyan Tanrı’ya iman eden kişi fikirlerini donduramaz. Kur’an’da aklın isim olarak değil de fiil olarak kullanılması (teakkul) imanı da dinamik bir noktaya taşır. Dahası var; tezekkür, tedebbür, tefakkuh, tefekkür gibi kavramlar aklın farklı faaliyetlerini ortaya koyar. Düşünce yolculuğundaki bu her aşama, insanı “pisliğe mahkûm olmaktan” (Yunus/100), “sürü içgüdüsü içinde hayvanlar gibi davranmaktan” (Furkan/44), “geleneğe tapınmaktan” (Bakara/170)  korunmayı şart kılar. Demem o ki,  aklın bir cevher olarak bulunması yetmez, insanın onu aktif hale getirmesi gerekir; aklını çalıştırmayanları Kur’an, makul olmayan, kendini yönetmekten aciz kimseler (süfeha) olarak niteler.

Akıl doğrudan vahiydir (asıldır), kelama/mesaja dayalı vahiy dolaylı vahiydir. Dolaylı vahiy doğrudan vahye yani akla destek için gelmiştir. (Yunus/100) Vahiy, akla destek için gönderildiğine göre, düşünme faaliyeti hem aklın işlevselliğini koruma altına alacaktır hem de kutsal metinlerin antropolojik bir metne dönüşmesini engelleyecektir. Çok daha önemlisi, cehaletin ve fanatizmin ağır bastığı dindarlık anlayışının önünü kesecek, insanlar dini kullanan siyasetçilerin ve din bezirgânlarının elinde oyuncak olmayacaktır.

TÜMEL OKUMAYA ÖRNEKLER

Boşanma, şahitlik, miras, kadının dövülmesi, kılık-kıyafet vb. ayetler; erkeklerin çok eşlilik izni; kölelik ve cariyelik; hırsızlık ve zina gibi suça yönelik ayetler sosyal hayat merkezli konulardır ve bu kurallar o dönemin dünyasının pek çok yerinde geçerlidir. Kur’an bu toplumsal gerçekler içinden konuşur. Göz ardı edilmemesi gereken husus, Kur’an’da insanın yaratılışı ve yaratılış amacı, hiçbir farklılık gözetilmeksizin inanç ve sorumluluk ekseninde açıklanır. Yazımızın ekseni olan amaçsal okuma (makâsıd) dikkate alındığında; kadın-erkek eşitliğini savunmak, insan onurunu zedeleyen davranışları eleştirmek, bedensel cezalar yerine ıslahı gözetmek gerekir. Kadının şahitliği ya da benzer konular, tek bir ayet (tikel) üzerinden değil; adalet, liyakat, ahlak, yaratılış amacı gibi tümel ayetler üzerinden ele alınmalıdır. Kaldı ki, bu kurucu ilkelerin olmadığı her hüküm akla, dolayısıyla dine aykırıdır.

Keza Kur’an, devletin işleyişi ile ilgili herhangi bir düzenleme yapmaz. İlkelere işaret eder: Yapılacak işler ve alınacak kararlar noktasında istişare (Al-i İmran/159- Şura/38) görevlendirmede asıl olan liyakat (Nisa/58) israf ve cimrilik (Furkan/25-68) hiçbir gruba kin duymamak ve adaletle davranmak (Maide/5-8) temel kaidelerdir. Kur’an’da kin ve düşmanlık sadece zulmedenleredir; (Bakara/193); zalimi ve zalime destek verenleri Kur’an lanetler.

İslam coğrafyalarında Müslüman yöneticilerin verdiği fotoğrafla; ahlak, hakkaniyet, adalet ve liyakat ilkelerini yan yana getirmek zor. Devam edeceğiz. İyi bayramlar efendim.