Bugün AKP iktidarının yarattığı hayat pahalılığı ve kültürel anlamda yozlaşmış bir düzen olduğu konusunda çoğu kişi hemfikir. Bugün, iktidarın siyasi kadrolarının ya da bürokratlarının önemli bir bölümünün zenginleştiği ortada! Rant ekonomisiyle birlikte tüketim toplumunun en iyi örneklerini onlar veriyor. Halktan koptuklarını da kabul etmeseler bile pratikte yaşıyoruz. Ki bu durum iktidara yakın yazarların köşelerine de yansımış durumda:

“... Makam arabalarına bindiniz..! Kırmızı halılarda yürüdünüz. Ömrünüzde görmediğiniz itibarı gördünüz. Makam koltuklarına oturdunuz..! Emrinize binlerce bürokrat... Binlerce memur... Binlerce işçi verildi. Kamunun imkanları sunuldu. Lüks arabalara bindiniz. Her köşeye bir gökdelen diktiniz! Zenginleşip palazlandınız... Banka hesaplarına dolarları, euroları, doldurdunuz. Dünyalıkta sınır tanımadınız. (Hasan Öztürk/Yenişafak/10 Aralık 2021)”

Soru şu: AKP döneminde zenginleşenler, “ekonomik kurtuluş savaşında” nasıl bir rol alacak? Bu savaşı verecek olanlar yine dar gelirli yurttaş mı olacak? Çünkü...

Ekonomi kur ve faiz mi?


Son 40 yılın sistemi ‘Neoliberalizm’ bitti! Bugün yaşadığımız hayat pahalılığını sadece ‘kur-faiz-enflasyon’ sarmalı üzerinden açıklamak bizi sadece günlük çözümlere götürüyor. Pansuman tedavisiyle yani yarayı temizleyerek ya da ilaç vererek sorunların altından kalkılmayacağını herkes görüyor!

Kamu iktisadi teşekküller özelleştirilmedi mi?

Devletin üstlendiği sosyal güvenlik sistemi adım adım özel şirket ve kurumlara devredilmedi mi?

Devlet, yatırımlardan ve düzenleme görevlerinden çekilmedi mi?

Yönetim, “Laissez Faire est Laissez Passer” (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) sloganıyla piyasaya bırakılmadı mı?

Paranın istikrarına öncelik tanınmadı mı?

Sendikalar yok edilmedi mi?

Sağlık sektörü piyasanın kontrolüne verilmedi mi?

Özel mülkiyet vurgusu yapılmadı mı her fırsatta?

Sonuç?

Finans kapitale savaş!


Fransız iktisatçı Thomas Piketty’nin öncülüğünde çalışmalarını yürüten Küresel Eşitsizlik Laboratuvarı geçen hafta açıkladı: “...2 bin 750 milyarderin dünya servetinin yüzde 3.5’ini kontrol ettiği belirtildi. Ayrıca gezegenin en yoksul yüzde 50’si tüm servetin yaklaşık yüzde 2’sine sahip. Dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’u tüm servetin yüzde 76’sına sahip. Türkiye’de de zengin yüzde 1, toplam servetin yüzde 36.9’una sahip. 2020’de bu oran yüzde 34.4’tü. En zengin yüzde 1’in ortalama serveti 2021’de önceki yıla göre yüzde 5’in üzerinde artış gösterdi. Ayrıca rapora göre; Türkiye’de en zengin yüzde 10, toplam servetin yüzde 67.5’ine,  en yoksul yüzde 50 toplam servetin yüzde 3.7’sine sahip oldu.

Raporu değerlendiren Fransız ekonomist Lucas Chancel, “Bu raporda yürütülen küresel soruşturmadan çıkarılacak bir ders varsa, o da eşitsizliğin her zaman politik bir tercih olduğudur” dedi.

Geldik mi ekonomi-politik tartışmasına! Ekonomi-politik, üretim de toplumsal ilişkilerin, yani insanlar arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesinin bilimi. Üretim araçlarına kim sahipse o yönetir... Eşitsizlik politik bir tercih! Kaynak dağılımı ve bu dağılımı yapacak olan iktidarın uyguladığı politika belirleyici.

Örneğin... Sıcak para ve ithalatla şişirilmiş (AKP son bir aydır ihracat diyor) sanal büyümeye karşı üretim nasıl artırılacak?

Örneğin... Borçla finanse edilen tüketim çılgınlığına nasıl önlem alınacak?

Örneğin... Büyümeden toplumun her kesimi nasıl yararlanacak?

Burada esas sorun şu: Ulusal büyüme modeli denilen ve işçinin, köylünün refah artışından hakça bir kazanç sağlayacağı çözümü kim ya da kimler sunacak? Durumu en iyi anlatan isimlerden birisi İngiliz sosyal kuramcı David Harvey:

“... Dünya, neoliberal ve yeni muhafazakar kapitalizmin kalbine -ekonomik, politik ve kültürel adaletle birlikte toplumsal eşitliği sağlamaya adanmış bir demokrasiye ait- tamamen farklı bir değerler kümesini geri yansıtabilecek durumda.”

SONUÇ: Külliyenin ‘finans kapitale karşı savaş veriyoruz’ dediğini duyanlar arasındayım. Önce savaş verilmesi gerekenler ise kendi dönemindeki yarattıkları arkadaşları. Neden mi? Kayırmacılığın (favoritizm) tanımına bakalım: “... Belli bir birey, küme, düşünce ya da uygulamayı, bir başkasıyla karşılaştırıp aralarında bir seçim yapmak gerektiğinde nesnellikten uzaklaşıp yan tutma...” Biraz daha açtığımızda, akraba kayırmacılığı (nepotizm) ve eş-dost kayırmacılığı (kronizm) üzerinde yoğunlaşabiliriz. Asgari ücretin 4 bin 250 lira olması hangi sorunu ortadan kaldıracak?