10 Nisan 1947... İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında, aralarında Friedrich Hayek, Ludvig Von Mises, Milton Friedman ve Karl Popper gibi isimlerin de olduğu 36 liberal ekonomist/tarihçi, Sovyet yayılmacılığına karşı ekonomik direnç noktaları oluşturmak için toplandı. Şikago Okulu’nun temsilcileri olarak dünyaya yön verdiler! Rotaları neoliberalizmdi!

4 Eylül 1970... Salvador Allende, sosyalistler, komünistler, liberaller ve Hristiyan Demokratlar’dan ayrılmış olanların birleşmesiyle kurduğu Unidad Popular’ın (Halk Birliği) adayı oldu. Latin Amerika’da serbest seçimle iktidara gelen ilk Marksist devlet başkanıydı... Hukuk devletini savundu...15 yaşından küçük çocuklara, gebe ve emziren annelere parasız olarak günde yarım litre süt dağıttı. En düşük gelirleri üçte iki oranında yükseltti... Ve en önemli hamlesi: Yabancı işletmeleri devletleştirdi. İlk olarak Amerikalılara ait olan bakır madenlerini hedef aldı. Bu arada, ülkede terör arttı...

11 Ağustos 1973... Ağustos ayının sonunda Şili Silahlı Kuvvetleri’nin Başkomutanlığı’na getirilen General Augusto Pinochet, ülkenin karışık durumundan yararlanarak 11 Eylül 1973 tarihinde bir darbe girişiminde bulundu. CIA’nın yardımını aldı! Başkanlık Sarayı’na yapılan saldırılar sırasında Allende’ye teslim olması çağrısı yapıldı, fakat o askerlere teslim olmayı reddetti ve intihar etti. Ölümünden önce, Küba lideri Fidel Castro’nun kendisine hediye ettiği ve elinde tuttuğu AK-47 marka silah birkaç kez fotoğraflanmıştı. Allende, bu silahla ölü bulundu. Ölümünden sonra Pinochet anayasayı geçersiz kılarak askeri bir diktatörlük kurdu. Kimlerle mi? Neoliberalizmin babası Amerikalı Milton Friedman ve ekibiyle! Yaptıkları ilk iş... Bakır madenlerini tekrar yabancı şirketlere vermek oldu! İlk neoliberal deney, kobay olarak kullanılan Şili oldu.

Daha önce yazmıştım ama hatırlatmakta ve okumakta fayda var!

Faşistlerle yürüyen liberal


Neoliberal politikaların fikri babalarından Friedrich Hayek’in, ABD’de Ronald Reagan iktidara geldikten sonra verdiği bir röportaja bakalım! 1981 yılında Şili’de yayımlanan El Mercurio ile yaptığı röportajda ‘özgürlükçü’ Hayek, Şili’de sosyalist Allande hükümetini deviren Pinochet darbesini şu cümlelerle savundu: “Şunu söyleyebilirim ki, uzun dönemli kurumlar olarak diktatörlüklere tamamıyla karşıyım. Fakat diktatörlük bir geçiş dönemi için zaruri bir sistem olabilir. Kimi zaman bir ülke için, şu veya bu biçimdeki bir diktacı gücün bir süreliğine mevcut olması zorunludur. Sizin de anlayacağınız üzere, bir diktatörün liberal yoldan yönetimde bulunması mümkündür. Şahsen ben, liberal bir diktatörü, liberalizmin olmadığı demokratik bir yönetime tercih ederim. Örneğin Şili’de, diktacı yönetimden liberal bir yönetime geçişe tanık olacağız.”

Yani... Neoliberalizm yeter ki paraya hükmetsin, ülkenin ‘yerli-milli’ olan kurumlarına ‘çöksün’, kimin yönettiği önemli değil!

Ancak...

Yıllar sonra...

Temmuz 2021’de Şili cumhurbaşkanı adayı Gabriel Boric seçim kampanyası ofisinin önünde durdu ve Pinochet döneminin Şili üzerindeki ekonomik kontrolüne son verme sözü verdi: “Si Şili fue la cuna del neoliberalismo también será su tumba! Şili neoliberalizmin doğum yeriyse, mezarı da olacak!”

Ve oldu da...

Şili’de geçen pazar günü yapılan devlet başkanlığı seçimlerini solcu aday Gabriel Boric kazandı. (Yüzde 56 oyla) Boric, seçim zaferinin ardından yaptığı konuşmada sosyal hakları genişletme ve doğal çevreyi “yok eden” madencilik girişimlerine karşı çıkma sözü verdi. Boric’in aşırı sağcı ve Pinochet’in izinden gittiğini açıklayan rakibi Jose Antonio Kast, sandıkların kapanmasından ve oyların yaklaşık yarısının sayılmasından bir buçuk saat sonra yenilgiyi kabul etti.

Allende’den sonra (1970) 51 yıl sonra seçimle iktidar olan yine yoksullar ve kamu ekonomisini savunanlar oldu. Neden mi? Çünkü...

Şili’den çıkan ders


Şili’nin ekonomisi büyüdü... Ancak bu büyüme –size tanıdık gelecek- eşitsizliğin artmasına neden oldu! Çünkü... Şili 1990-1998 yılları arasında yüzde 6.8’lik bir büyüme gösteriyordu fakat zenginler daha zengin oluyordu. Şili ekonomisinin ürettiği gelirin yüzde 33’ü, vatandaşların en zengin yüzde 1’i tarafından toplandı. Yoksulluk sınırı üzerinden yaklaşık olarak Şili nüfusunun yüzde 50’sinin yoksul olduğu istatistiklere ve sokağa yansıdı. Siyaset bilimci Hüsamettin Aslan’ın şu tespiti dikkat çekici: “... Zengin ile fakir arasında her geçen gün açılan eşitsizlik, toplu taşıma ve enerji maliyetlerin (benzin, elektrik, su) artması; eğitim, sağlık ve emeklilik aylıkları gibi hizmetlerin hayat pahalılığı karşısında yenik düşmesi; özellikle suyun özelleştirilmesi; konut fiyatlarında artış; eczane ve hastane hizmetlerinde artan maliyet; onurlu yaşam standartlarını aratır hale getiriyor. Şilililer, Latin Amerika’nın en borçlu toplumudur. Krediye kolay erişim aynı zamanda bir sosyal/ekonomik hareketlilik oluşturuyor.  Ancak işler tersine gittiğinde ekonomik sorunlar, toplumsal bir finansal depresyon yaratıyor. 2 Kasım 2019/Indepented Türkçe)

Sonuç: Bugün Şili’de Gabriel Boric’in savunduğu sistemin iktidara gelmesini sağlayan, ekonomi-politiğin yarattığı yıkım oldu! Türkiye’de de bu programa ihtiyaç yok mu? Çünkü, yaşananlar aynı!