Güvende miydi ki?” diye sorabilirsiniz. Haklısınız. BU ÜLKEDE KADINLAR GÜVENDE DEĞİLDİ. Her gün en az bir kadının bir erkek tarafından öldürüldüğü bir ülkede “güvendeydik” demiyoruz.

Ama ortada devleti önlemekle yükümlü tutan bir kanun vardı. Geniş bir suç tanımı içeren bir kanundu. Gerekleri yapılmasa da yasanın varlığı bir güvenceydi.

Artık yok.

(Türkiye’de bir hukuk zemini varmış gibi konuşmak abes hale geldiği için karar/kararname ayrımı /yetki/fonksiyon gaspı tartışmasını şimdilik geçiyorum.)

★★★

Türkiye ev sahipliği yaptığı İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi.

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi” demek yanlış değil ama eksik.

Çekilme kararını veren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Ve evet Erdoğan “devletin başı”. Ama onun yönettiği ülkedeki milyonlarca kadın, vatandaşı oldukları devletin bu sözleşmeden çekilmesine ses yükseltiyor.

Çünkü ölüyor, çünkü tacize, işkenceye, şiddetin her türlüsüne uğruyor.

Onun için İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen tüzel kişilik olarak Türkiye Cumhuriyeti olsa da bu ülkenin kadınları değil.  Bu yanıyla Erdoğan’ın sözleşmeyi feshi, devlet ile yurttaşları arasındaki zihniyet uçurumunu bir kez daha ortaya koydu.

Yanısıra meşruiyetin hukukilikten farkını kalınca vurguladı.

“MUHAFAZAKAR” GÜRUH

Yurttaşlar”dan kastım, İstanbul Sözleşmesi feshini itici gülüşlerle bekleyen, fesih haberi çıkar çıkmaz sosyal medyada “morardınız mı” başlıkları açan, “muhafazakar” erkekler güruhu değil.

O güruh, kağıt üzerinde “yurttaş” olsa da  ülkemizdeki kadınların kendilerini neden güvende hissetmediklerinin canlı kanıtları olarak erkek iktidarın “erkek” özgüveniyle dolaşıyor şimdi. (Saadet Partisi yayın organı Milli Gazete’nin “tarihi” katkıları unutulmasın.)

Böyle bir ortamda artacağı kesin kadına şiddetin sorumluları kim olacak?

‘Aile yok olacak’ yalanı


Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni TBMM’de 247 vekilden 246’sının kabul oyu, 1 vekilin çekimser oy vermesi ile “onaylayarak”, parlamentosundan geçiren ilk ülkeydi. Öncelikli amacı kadınları her türlü şiddetten korumaktı. Yani?

“Fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri.”

Bu maddenin açık yorumu şuydu:

Kadınları taciz etmek şiddettir, takip etmek şiddettir, evliliğe zorlamak şiddettir, kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlamak şiddettir.

Sayılan bu şiddet türlerine (ve fazlasına) karşı devleti özel dikkat göstermekle yükümlü tutuyordu.

★★★

Şimdi fesih kararına alkış tutanlar, meselenin bu en canalıcı kısmına zerre değinmeden “kutsal ailenin yok edilmesi”, “eşcinsel evlilikler” yalanlarına başvuruyor utanmadan.

Aile kurumu”nuz, kadınlara tacizi, takibi, evliliğe zorlamayı önlemekle ortadan kalkıyorsa, o ailenin varlığı baştan aşağı yanlış, kalmasın zaten.

“TÖRELERİN KÖKÜNÜ KAZIMAK”

İstanbul Sözleşmesi, devleti her türlü önlemi almakla yükümlü kılıyordu dedik. Fesihe ön ayak olanları en fazla rahatsız eden (kamuoyu önünde fazla tartışılmayan) tedbirlerden biri şuydu mesela:

“Kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirler.”

Töreler de töreler” diye suç işleyebilecekleri için ağızları kulaklarında..

Ey büyük markalar


8 Martlarda etkileyici reklam sırasına giren büyük markalar...

Giyim, telekomünikasyon, perakende, ev eşyası markaları, milyonlarca taraftarı olan spor kulüpleri.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. Haberiniz var mı? Yoksa kadınlara destek amacıyla ajanslarınıza bu durumu eleştiren bir film, video hazırlaması talebinde bulundunuz da biz mi duymadık?

Kimbilir “İstanbul Sözleşmesi hayat kurtarır” demeyi şirketinizin âli menfaatleri için sakıncalı buluyorsunuzdur. Öyle mi?

Büyük Menderes Ovası’na otoyol darbesi


Yap İşlet Devret projeleri kamu kaynaklarını tüketip bütçe açığını büyütmekle kalmıyor. Doğaya, dahası tarım alanlarına korkunç zararlar veriyor.

Geçen yıl YİD ihalesini Fernas İnşaat’ın kazandığı Aydın-Denizli otoyolu, 25 bin dönüm tarım arazisini yok edecekmiş.

Sozcu.com.tr’de Latif Sansür imzalı haberde okudum. Vergili, otoyolun Büyük Menderes ovasını Çin Seddi misali ikiye böleceğini söylüyor. “Milyonlarca metrekare birinci sınıf tarım arazisi kullanılamaz hale gelecek” diyor.

AYÇEP Başkanı, milyarlar harcanacak otoyolun, mevcut duble yollardan sadece 20 dakika kısa sürede katedileceği vurgusuyla çağrıda bulunuyor:

“Mevcut çift şeritli yollarda Aydın çıkışında sorun yok. Nazilli sıkıntılı. Bu da çevre yolu düzenlemesi ile çözülebilir. Otoyola harcanan rakamların çok küçük bölümüyle mevcut yollar genişletilip, ek şerit yapılabilir Böylece ülke ekonomisi zarar görmez, çevreye vereceği zarar da en aza iner.”

Fernas, otoyolu yılda 91.1 milyon Euro devlet garantisiyle 17 yıl işletecek.  Türkiye Cumhuriyeti o süre zarfında tarım ithalatını arttıracak. Şahane değil mi?