1923 yılının Eylül ayıydı.

Die Presse Gazetesi, İstanbul doğumlu muhabiri Hans Josef Lazar’ı Ankara’ya göndermiş, “yeni Türk devletini kuran Gazi Mustafa Kemal ile görüşmeden dönme” talimatı vermişti.

Lazar’ın ilk zorluğu Ankara’ya ulaşmak olmuştu. O zorlu yolculuktan sonra Gazi Mustafa Kemal ile görüşmeden dönmesi akıl karı değildi. O yüzden ısrarcı oldu ve amacına ulaştı.

Günlerden 23 Eylül 1923’tü. Gazi Mustafa Kemal, gazeteci konuğunu Büyük Millet Meclisi’ndeki Başkanlık makamında kabul etti. Tam 45 dakika görüştüler.

Lazar’ın söyleşisi, Gazi’nin kullandığı bir kelime nedeniyle tarihi bir önem kazandı.



Zira, daha önce fikir olarak kurmaylarıyla tartıştığı, kafaya koyduğu yönetim şekli, ilk kez o kelimeyle Batı’ya ilan ediliyordu: “Cumhuriyet”...

Lazar, o anla ilgili izlenimini şöyle aktarıyor:

“Kelime iyi seçilmiş, sakin ve iyice düşünülmüş bir fikir zincirinin sonucu. Yüzünde zayıflık, bezginlik, hedefsizlik ve bir şeyleri saklı tuttuğu izi  yok.

Yüzünde olgunlaşmış, konsantre olmuş bir enerji, gerilmiş bir güç var.”

Lazar’ı bu denli etkileyen, Gazi Mustafa Kemal’in Cumhuriyet kavramını ifade ediş biçimiydi. Şöyle diyordu Gazi:

“Size Türk Anayasası’nın ilk maddesini tekrarlamak istiyorum. ‘Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir.

Yönetim tarzı, milletin geleceğini bizzat kendisi ve gerçekten belirlemesi ilkesine dayanır’.

Bu iki cümlenin yorumu bir kelimenin şüpheye yer bırakmayan tanımlanmasıdır: Cumhuriyet!”

Lazar’ın aklında ülkenni yeni yönetim merkezine dair sorular da vardı ve “Payitaht nerede olacak” diye sordu. Gazi’nin bu soruya yanıtı da netti:

“Biz Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve sorumlu Bakanları olan bir Cumhuriyet olacağız.

Yeni Türkiye’nin başkenti hakkındaki soruda böylelikle kendiliğinden ortaya çıkıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’dır!”.

Bu söyleşi Batı’da çok ses getirmişti. Fransızlar başta olmak üzere Avrupalılar yeni Türkiye’nin “Cumhuriyet” olacağı fikrini alkışlıyordu.

O söyleşiden kısa süre sonra 13 Ekim’de Ankara Başkent ilan edildi. 29 Ekim’de ise yönetim şekli resmen “Cumhuriyet” oldu.

★★★

Bugün Cumhuriyetimizin 98. kuruluş yıldönümü ve ilk yüz yılın dolmasına sadece iki yıl kaldı.

Ne yazık ki Atatürk’ün Lazar’a söylediği “Biz Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve sorumlu Bakanları olan bir Cumhuriyet Olacağız” cümlesi dahi temelsiz kalmış durumda.

Artık sadece iktidara yakın medyanın deyişiyle “Başkan” var.

Milletin temsilcileri arasından belirlenmiş bir Başbakan, yine milletin temsilcileri arasından seçilmiş bakanlar yok.

Başkan’ın yanında sadece kendi seçtiği adamları ve bakanları var.

Başkan dışında hiçbiri millet tarafından seçilmiş değil.

Hepsi dokunulmaz ama hiçbiri millete hesap vermek zorunda değil.

Milletin temsilcilerinin, haliyle milletin her türlü denetim hakkı elinden alınmış.

Millet, ödediği vergiler kullanılırken ortaya çıkan her türlü israfı, suiistimali, ihlali, yolsuzluğu görüyor, duyuyor ama hesap soramıyor.

Her şeye “Başkan” karar veriyor.

Başkan’ı destekliyorsanız, Başkan’la aynı görüşteyseniz amenna.

Ancak farklı düşünüyorsanız, “hain”, “terörist”, “casus” gibi etiketlerle anılmanız an meselesi.

Ne yazık ki Cumhuriyet’i taçlandıracak “demokratik” nitelikleri de kimsenin taktığı yok.

İnsan haklarını, özgürlükleri, adaleti, fırsat eşitliğini mumla arıyoruz.

O yüzden, ikinci yüzyıla girmeden önce bir karar vermeliyiz:

Milletin iradesinin yeniden güçlendiği, Atatürk’ün dediği gibi yönetim şeklini ve milletin geleceğini bizzat milletin belirlediği, demokrasiyle taçlanmış bir Cumhuriyet mi yoksa “Başkan Devleti” mi?