Bu yazıyı, Almanya’nın Mainz şehrinden yazıyorum.

Aydın Doğan Vakfı bu yıl Aydın Doğan Ödülü’nü Biontech kurucuları Özlem Türeci ile Uğur Şahin’e verdi.

Ödülün takdim töreni dün şirketin merkezinin bulunduğu Mainz’de yapıldı.

Törenle ilgili detayları, iki bilim insanının açıklamalarını, salgınla mücadelede gelinen yeni aşamalarla ilgili izlenimlerimi yarına yazacağım.

Bugün sizinle biraz Mainz’e seyahat konusundaki deneyimimi paylaşmak istiyorum.

Korona salgını başladığından bu yana Avrupa’ya ilk kez geliyorum.

Almanya vizemi salgından önce aldığım için vize işiyle uğraşmadım.

Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı ve ekibi bütün detayları öğrenmiş ve seyahat için gerekli belgeleri hazırlamamıza yardımcı olmuştu.

Uçağa binmeden önce havayolu şirketi internet üzerinden doldurduğumuz dijital formu ve aşı kartını sormuştu. Frankfurt’a indiğimizde pasaport polisi klasik otel rezervasyonu ve dönüş bileti dışında aşı kartına ve dijital forma baktı.

Pasaport polisini geçme süresi salgın öncesindeki süreden daha uzun değildi.

Hem Frankfurt’ta hem Mainz’de dikkatimi çeken şey olağanüstü önlemlerdi.

Maskeniz biraz açılmaya görsün. “Maskenizi takın” cümlesini duymanız an meselesi oluyor.

Gittiğimiz restoran, müze gibi her türlü kapalı mekana aşı kartı ve kimlik göstererek girebildik.

Aşı kartı olmayanlara katı bir tavır uygulandığından aşı olmayanlar korona testi yaptırmak zorunda kalıyor. Gezdiğim yerlerde benzin ya da ekmek kuyruğu görmedim ama merkezi yerlerde bir kaç “hızlı korona testi” sırasına tanık oldum.

★★★

Seyahatte ev sahipliğimizi Doğan Ailesinden Sema Doğan, Vuslat Doğan Sabancı, Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Begümhan Doğan Faralyalı yaptı.

Törene gelen gazetecilerin büyük bölümü de Doğan Grubu’nda birlikte çalıştığımız isimlerdi. Mehmet Yılmaz Radikal’de, Fikret Bila ve Sedat Ergin Hürriyet’te genel yayın yönetmenimdi. Murat Yetkin, Radikal’de Ankara Haber Müdürü olduğum yıllarda gazetenin Ankara Temsilcisi’ydi.

Ertuğrul Özkök ve Taha Akyol’la Hürriyet ve CNN Türk’te denk gelmiştik. İsmail Saymaz’la hem Radikal’de hem Hürriyet’te hem de SÖZCÜ’de yolumuz kesişmişti.

Listede ayrıca Fox Haber Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk, Halk TV’den Özlem Gürses, Habertürk’ten Nagehan Alçı ve Karar’dan Elif Çakır vardı.

Bir masanın etrafında oturup, koyu bir felsefe, edebiyat ve tarih sohbetine koyulduğumuzda bir çoğumuzda “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağındaki mutlu azınlığın bir parçası olmak yerine burada olmayı tercih ederim” hissi vardı.

★★★

Grubumuz hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra yazımın başlığına ilham veren Mainz şehrine dönmek istiyorum.

Frankfurt yakınlarında Ren ve Main nehirlerinin kesiştiği yerde kurulan kent, matbaanın mucidi Johannes Gutenberg’in doğduğu yer olarak ünlenmiş.

Mainz şehri Ortaçağın kaderini değiştiren icadın mucidi Gutenberg’in mirasına hep sahip çıkmış. Kentin en çok ziyaret edilen yerlerinden biri Gutenberg Müzesi olmuş. Biz de ziyaret ettik. Gutenberg matbaasının nasıl çalıştığını uygulamalı izledik. Rehberimiz bunu bize ilk basılmış İncil olan Gutenberg İncili’nden 42 satırlık bir sayfayı basarak gösterdi.

Mainz, İkinci Dünya Savaşı sırasında ağır bombardıman altında kalmış ve yerle bir olmuş. Ancak, hızlıca toparlanmış.

Bu küçük Alman şehrinin kaderi 15. yüzyılda Gutenberg tarafından değiştirilmişti. 21. yüzyılda ise Türkiye göçmeni bilim insanları tarafından değişti.

Özlem Türeci ve Uğur Şahin ile tören öncesi bir süre sohbet ettik.


Özlem Türeci ile Uğur Şahin, Korona belasına karşı insanlığın en büyük icadını bu şehirde yaptı.

Bu buluşun kente katkısını şöyle çarpıcı bir örnekle açıklamak isterim: Mainz Belediyesi bütçesi 2021’de 40 milyon euro açık verecekken, Türeci ve Şahin’in şirketi Biontech’in gelir vergileriyle 1 milyar euro fazla vermiş.

Şehir yönetimi de Mainz’i bir biyoteknoloji merkezine dönüştürme kararı almış.

★★★

Düşünebiliyor musunuz?

İki bilim insanı bir kentin kaderini nasıl değiştirmiş.

“Bizi kıskanan” Almanya’da yaklaşık 3 milyon Türkiye göçmeni yaşıyor. Onların arasından çıkan iki bilim insanı böyle bir bilimsel/ekonomik mucizeye imza atmış.

Peki benzer bir başarı 81 milyon insanın yaşadığı Türkiye’den niye çıkmıyor?

Cevabı açık. Bizimkiler hep “hesaplaşma” peşinde. Ülkeyi yönetenler yeni nesillere bilime, katma değeri yüksek ürünlere yatırım yapmak yerine, kısır siyasi tartışmalara girmeyi, siyasi rakiplerini hedef yapmayı, gazetecileri “hain” ilan etmeyi, sorunlara çözüm yerine başarısızlıklarına bahane bulmaya çalışıyorlar.

Vizyonlu liderler olsalardı, bir dönem Çin’e aşı hibe eden bir Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü “maliyet” gerekçesiyle kapatırlar mıydı?

İki dakika da olsa hayal edin: Şahin ve Türeci gibi iki bilim insanı oradan çıksaydı ve korona aşısını bulsaydı. Hem kendi halkımızı aşılardık, hem milyarlarca dolarlık aşı satabilseydik dünyaya.

Bugün nasıl bir Türkiye olurduk?