Ekonomimizin yapısal hastalığı “kur-faiz-enflasyon” sarmalına duçar olmasıdır. Son günlerde bu sarmalın “devir hızı” tehlikeli bir şekilde ivmelenmiştir. Bu hızlanmayı başlatan şey “faiz sebep, enflasyon neticedir” yanlışını doğru kabul ederek yola çıkılmış olmasıdır. Yoksa Türkiye ekonomisini “cari açık” vermeyen (dış borç/yükümlülük stokunu azalan diye okuyun) bir yapıya dönüştürme amacında bir yanlışlık yoktur. Dış borçsuz büyüme, dışa kapanma ve kendi kendine yeterli olmaya çalışıp, yoksullukta dengeye gelmek değildir. Ayrıca dış borç almak (sıcak para çekmek diye okuyun) ile “doğrudan yabancı yatırım” (FDI-Foreign Direct Investment) almak da aynı şey değildir. En çok doğrudan yatırım alan ülkeler, cari fazla veren veya cari açık vermekle birlikte ABD ve İngiltere gibi parası döviz olan ülkelerdir. Mesela, en fazla doğrudan yabancı yatırım çeken ülkeler içinde 2020’nin şampiyonu 163 milyar dolarla Çin’dir. Ki, Çin aynı zamanda cari fazla şampiyonlarının başında yer alır. Almanya, Japonya ve Hollanda gibi diğer cari fazla şampiyonları da uzun yıllardır en fazla FDI çeken ülkelerdir. Yine zihinlere kazınması gereken diğer bir husus, cari fazla vererek büyümenin, o ülke halkının, milli gelirine oranla daha düşük, ama mutlak değer olarak daha fazla tüketim yapar hale getireceğidir.

ÇİN MODELİ İSTEMEZÜK

Başta iktisatçılarımız olmak üzere, okumuşlarımızın zihnine “Türkiye ekonomisi, dış borçsuz çalışmaz” fikri adeta kazınmıştır. Ezkaza birisi “aksi mümkündür” dese, nasıl mümkün olacağını anlamak ve tartışmak yerine “mümkün olmadığını ispat” için öneri sahibinin üstüne çullanılır. Çünkü bu, “öğrenilmiş çaresizlikle” çelişmektedir. İlk tepkiler “öneride mutlaka yanlışlık vardır veya içine büyük bir kötülük yerleştirilmiştir” şeklinde olur, Birkaç aydır doğru adı “ihracata dayalı büyüme” olan bir büyüme stratejisi tartışılıyor. Buna “Çin Modeli” adı takıldı. Daha önceleri “Güney Kore” modeli denirdi. Çin modeli dendi ya, “dış borçsuz yapamayız” ekibi, “İstemezük! İşçinin emeği ucuzlatılarak, döviz dengesi kurulacaksa, kurulmasın daha iyi” diye itiraza başladı. Ancak görüldü ki; ucuz emekle ihracat artışı Çinlilerin refahını eskiyle kıyasla çok yükselmiş. Üstelik Çin, yüksek teknoloji ürünü satar hale gelmiş. Yoksa Çin modeli iyi miydi? N’ayır! N’olamazdı.

EYVAH! BANGLADEŞ OLACAĞIZ

Çin Modeli adlandırması, beklendiği kadar kötü çağrışım yapmayınca söylem değiştirildi. Biz bu ucuz işçilikle Çin olamayız, olsak olsak Bangladeş oluruz denmeye başlandı. Çünkü Bangladeş, kişi başına geliri Türkiye’nin dörtte biri kadar olan, km2’de 1150 insanın (Türkiye’de 115) tıkış tıkış yaşadığı 166 milyonluk fakir, düzensiz, gariban bir Müslüman ülkesiydi. Kimse ülkesinin Bangladeş’e benzemesini istemez. İşin ilginç yanı, demokrasiyle idare edilen Bangladeş uzun bir süre önce, kendine benzemekten vazgeçmiş. Çin’i kendine model almış. Yani “cari açıksız” büyüme yolunu tercih etmiş. Şimdi de aldıkları sonuçlara bir bakalım: 5 yıl önce 1 ABD Doları 79 Taka (Bangladeş Parası) iken bugün 86’ya çıkmış. Yani paraları değerini korumuş. Yine son 5 yılda, (yıllık ortalama olarak) enflasyon %5,5; cari açığın GSYH’ye oranı %0.8, GSYH büyümesi %6 olmuş.  Merkez Bankası gösterge faizi de yıllar boyunca %5.5 dolayında kalmış. Halen de %4.75 imiş.

Son söz: Sen öner, ben eleştireyim.