Ekonomik hayat “sözleşmeler” (akitler, mukaveleler, kontratlar, anlaşmalar) üzerine kuruludur. Bir sözleşmede daima iki taraf bulunur. Sözleşmeler, yasalara aykırı hüküm içermedikçe geçerlidir ve tarafları bağlar. Cıllamak yoktur. Tek taraflı olarak iptal edilemez. Edilirse, eden taraf karşı tarafa tazminat öder. Ancak öyle “dışsal şartlar” (doğal felaketler “Acts of God” ya da olağanüstü bir hal mesela savaş veya ekonomik kriz) oluşabilir ki, taraflardan birinin edimlerini yerine getirmesi imkansız hale gelebilir. Buna “mücbir sebep” (force majeure) denir. Bu durumda taksiratı olmadığı halde edimini yerine getiremeyen taraf, kusurlu addedilmez. Sözleşme bir bakıma kendiliğinden iptal edilmiş olur. Ancak hayat devam etmektedir. Belki de sözleşmenin amaç ve kapsamını teşkil eden hizmetin, malın veya eserin üretilmesine, ülkenin şimdi daha da fazla ihtiyacı vardır. Mesela inşası devam ederken deprem yüzünden çöken metro tüneli veya barajın yapımından vazgeçilmez. Bırakın yükleniciden tazminat istemeyi, işe devam etmesi için üstüne tazminat bile ödenebilir. Mücbir sebep yüzünden ortaya çıkacak  sorunlar, taraflar iyi niyetle davranırsa, iki taraf için de en iyi sonucu verecek şekilde çözülür. Bu süreçte taraflar, mücbir sebebi haksız kazanç sağlama veya yükümlülükten kurtulma için fırsata çevirmeye kalkmamalıdır. Yasaların ruhu ve toplumun vicdanı buna izin  vermez.

YANLIŞ POLİTİKA SEBEP, KRİZ NETİCEDİR

Döviz fiyatlarının patlamasıyla birlikte, zaten ekonominin başına bela olan “karadelik”ler iyice büyüdü. Bunlar, bedelini kendisinin ödeyeceğini idrak etmeyen halkın “Allah yapandan razı olsun” diyerek hayranlıkla seyrettiği görkemli yapılardır. AKP “eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri” düsturuyla hareket ediyordu. Bu amaçla yüklenicilere, devletin kefaletiyle dövizli borç aldırarak gayri iktisadi gösteriş yatırımları yaptırdı. Mesela ulaşım ekonomisi açısından süper lokasyonlu iki havalimanından Atatürk’ü kapatma Sabiha Gökçen’in gelişmesini engelleme pahasına, 10 milyar dolar borçla en yanlış lokasyona yenisi yapıldı. Bir başka çılgınlıktan bahsetmeden geçemeyeceğim. Sabah ve Hürriyet sahip değiştirdi. Olabilir. Ama Türk’ün, Türk’ten döviz geliri olmayan firmaları devlet bankalarından “döviz kredisi” alarak satın alması olabilir mi? Aslında bugünkü TL’den kaçış paniğinin yarattığı krizin, mali, iktisadi, siyasi, sosyal, kültürel, hukuki birçok sebebi vardır. Bunların başında da ülkeyi “dış-borç-kolik” yapmak gelir.

HASILAT GARANTİSİ KALDIRILABİLİR

Dövizli hasılat garantisi, yap-işlet firmalarına “dövizli borç alsın” diye verildi. Merkez Bankası’nın bir yandan faizi indirip, döviz fiyatını yükseltirken, diğer yandan fiyatı insin diye olmayan rezervi eritmesi şaşkınlıktır. Bu şaşkınlık tam bir “mücbir sebep”tir. Bu olay, yüklenicilere haksız ve fahiş kazanç elde etme fırsatı yaratmıştır. Eminim, onlar da bunun farkındadır ve rahatsızdır. Yapılması gereken şudur: Hükümet, yürürlükteki sözleşmeleri iptal etmek üzere yüklenicileri masaya çağırmalıdır. İptal halinde firmaların “bu işler için aldıkları dövizli borçları” devlet üstlenmek zorundadır. Zaten bunlar esasında kamu borcudur. İptalden sonra, bu tesislerin işletmesini, ya doğrudan devlet üstlenir ya da tercihen en düşük fiyatı veren özel firmalara yaptırabilir.

Son söz: Malik borcu ödemezse, kefil mülkün sahibi olur.