Sözcü’nün geçen haftaki “Hafta Sonu” gazetesinde “selamün aleyküm” ve bunun karşılığında söylenen “aleyküm selam”ın Türkçe karşılıklarını yazmıştım. Karşılaştığı kişiye veya kişilere “selamün aleyküm” diyen kişi “ben size selimim” yani “benden size zarar gelmez” demektedir. Bu bir manifestodur. Yani kişi, Müslüman olduğunu, dininin gereği olarak karşılaştığı kişiler için selim bir insan olduğunu beyan etmektedir. Karşı taraf da bu beyana aynı sözcüklerle mukabele etmekte ve “bizden de size bir zarar gelmez, çünkü biz de Müslümanız ve dinimiz icabı selim insanız” demektedir. Selim kelimesinin zıttının “habis” yani kötü huylu olduğu hatırlanırsa, selim olmanın ne kadar değerli bir şey olduğu daha iyi anlaşılır. Selamün aleyküm deyişini “Allah’ın selamı üzerinize olsun” diye Türkçeleştirmek, selamlaşmanın amacına hizmet etmez. Verdiği selam kişiyi bağlamalıdır. Allah’ın selamı üstünüze olsun (yani Allah sizi korusun) sadece bir temennidir. Kişiye hiçbir yükümlülük getirmez.

KELİME-İ ŞAHADET

Dinler, kanıtlanmasına gerek olmayan “apriori” bir ön bilgi veya önerme üzerine kuruludur. Mesela Hristiyanlar İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğuna dolayısıyla hem Tanrı hem de peygamber olduğuna ve her insanın içinde kutsal ruhtan bir parça bulunduğuna inanır. (Baba, oğul ve kutsal ruh üçlemesi.) Böylesi bir önermede bilimsel gerçeklik aranmaz. Musa’nın da Tanrı tarafından peygamber olarak gönderildiği hem mümin Museviler hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından tartışmasız kabul edilir. Bunun da kanıtı yoktur. İslam’ı kabul etmek isteyenler de önce bir “Tanıklık Sözü” verirler veya “Tanıklık Andı” içerler. Bilinen deyişiyle “Kelime-i Şahadet” getirirler. Tanıklık sözünün Türkçesi “Ben, ilahlar bulunmadığına, yalnız O ilahın var olduğuna ve Muhammed’in (Övülen) de O’nun kulu ve bildiricisi olduğuna tanığım” der. Hatırlayın. Hz. Muhammed’in babasının adı Abdullah’dı (Allahın kulu). Şüphesiz İslam’dan önce de Allah (O ilah) vardı. Bazıları da ona kulluk ediyordu. İslam dini oluşmaya başlayınca Müslümanlar çok ilah olduğuna inananlara (müşriklere) “Allah-ı ekber” yani “En büyük ‘O’ ilahtır” diyerek karşılık vermiştir. Ekber (akbar), büyük/ulu değil, “en büyük” demektir. Mesela sultanlık “kebir” (büyük) değil, “ekber” (en büyük) erkek evlada geçer.

BEYTULLAH

“Beyt” ev, “Ullah” ise Allah’tır. Yani beytullah “Allah’ın evi” demektir. Mescid, secde edilen yer, haram ise korunmuş, etrafı duvarla çevrilmiş demektir. “Mescid-i haram”ın ortasında kabaca kare prizma şeklinde bir yapı vardır. Bunun adı Kâbe’dir. Kâbe, “içine alan” demektir. Demek ki; Kabe’nin içinde (tövbe tövbe) Allah olduğu için ona Beytullah denmektedir. Ama Kâbe’nin içi boştur. Sadece dışa bakan bir köşesinde siyah bir taş (haceri esvet) vardır. Öyleyse o taş Al’ilah’tır (tövbe tövbe). Tabii değildir. Bunların hepsi eski Mısır dinlerinden ilham alan Hz. Musa tarafından semavi dinlere taşınmış simgelerdir. Eski Mısır’da insanların toplu olarak ibadet ettikleri binalar yoktu. Mısır tapınakları, tapınak değil, tanrının eviydi (beytullah). O binada firavunu seçen bir ilah (taştan put) bulunurdu. O ilâhın, kimi firavun atadığını açıklama yetkisi de tapınak rahiplerindeydi.

Son söz: Evreni yaratanın evi olmaz.