Türkiye seçim atmosferine girdi. Tüm partiler strateji kuruyor, taktik geliştiriyor.

Her ne kadar AKP “Seçim zamanında, yani 2023’de olacak” açıklamaları yapsa da, Ankara’daki hava bambaşka.

Muhalefetin CHP kanadı, AKP’nin Cumhuriyet’in 100. yılında sandığa gitmeyi göze alamayacağını bu nedenle seçimin 2022’de olacağını öngörüyor.



AKP’nin, Cumhuriyet’in 100. yılında gerçekleşecek bir seçimde, seçmenin motivasyonunun çok yukarda olacağını, bir blok halinde kendi karşısında yer alabileceğini, özellikle “Cumhuriyet’i koruma dalgasıyla” karşı karşıya kalmaktan çekineceğini hesaplıyor.

Gerçekten de Cumhuriyet’in 100. yılı sandığa böyle yansıyabilir. Bir çok nedenin yanı sıra seçimin, 100. yıl gerekçesiyle bir yıl erkene alınacağına kesin gözüyle bakılıyor. Muhalefet de tüm seçim çalışmalarını bu olasılığa göre yapıyor.

FETÖ taktikleri


CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun ‘siyasi suikast’ uyarısından sonra derhal alarma geçmesi gereken kim varsa “Fetö taktiği” klişesine sarıldı.  O halde Fetö taktiklerinin ne olduğunu hatırlatmakta yarar var.

-Kendisinden olmayanı hukuksuz yere saçma sapan iddialarla hapislerde süründürmek.

-Sahte deliller üreterek masum insanlara kara çalmak.

-Biat etmeyene, sorgulayana ya da eleştirene hakaretler yağdırmak.



-Adaleti yok sayarak, hukuku sadece kendi amacı/çıkarı için kullanmak.

-Devlet kadrolarında kendinden olmayanlara yer vermemek, sürgün etmek, dışlamak, fişlemek.

-Bürokraside örgütlenerek devletin, yani halkın olanaklarını sömürmek.

-Kurduğu vakıflar aracılığıyla öğrencileri, gençleri istismar etmek.

-Yalan söylemek, iftira atmak.

-Ülkeyi sadece kendilerinin ve taraftarlarının mal varlığı gibi görmek

-İktidarı ve gücü elinden tutmak için her yolu mübah görmek.

-İnsanların dini duygularını sömürerek, islamı iktidar yolunda araç olarak kullanmak.

Nasıl? Hiç yabancı değil değil mi? FETÖ firarda ama ruhu ülkenin derinliklerinde.

Taktik aynı taktik.

Sessizlik suikastı


Ülkenin ana muhalefet lideri çıkıp, “Siyasi cinayetler konusunda kaygılarım var” diyor, savcılar hariç herkes konuşuyor.

Hakaretler yağıdırılıyor. Olay sadece tuhaf, hatta seviyesi düşük bir siyasi üslupla tartışılıyor.

İktidar partisi, ilgili bakanlık, sadece siyasi söylemlerde, hakarete varan yorumlarda yarışıyor?

Kimse de “Bu iddiaların kaynağı ne? Elindeki bilgileri, hatta şüpheleri söyle, biz de araştıralım” demiyor. Günler sonra Ankara Cumhuriyet Savcılığı harekete geçti.

AK Partili rahmetli Burhan Kuzu’nun ilişkilerine de sessiz kalan iktidar, Sedat Peker’in inanılmaz iddialarına da, Sayıştay raporlarıyla belgelenen yolsuzluk iddialarına da sessiz.

Oysa iktidarın vatandaşı ve siyaseti rahatlatacak bir açıklama yapması gerekmez mi?

Ama yapmıyor...

Kanımca iktidar, kendisinden başka bir anlayışı, yaklaşımı, politikayı dikkate bile almayarak, hukuka ve halkın güvenine suikast yapıyor. Sessizlik ve korku silahı ile hepimizi vurmaya yelteniyor.

Dünya Kız Çocukları Günü


Ne sevgililer günü, ne babalar günü... Bence en anlamlısı, en önemlisi, en güzeli  “Dünya Kız Çocukları Günü.”

Çünkü kız çocuklarına yönelik ayrımcılığı ne kadar ortadan kaldırabilirsek, onlara ne kadar iyi bir eğitim sağlayabilirsek, dünya da o kadar güzel olacak.

Bu anlamlı güne, en güçlü desteği verenlerden biri de Aydın Doğan Vakfı. Vakıf her yıl olduğu gibi bu yıl da, ‘Dünya Kız Çocukları Konferansı’ düzenledi.



“Artık Zamanı Geldi: Dijital Çağda Kız Çocuklarının Liderliği” temasıyla düzenlenen konferansta, kız çocuklarının dijital dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğini daha ileri bir noktaya taşınması sürecindeki liderlikleri ele alındı.”

Aydın Doğan Vakfı, sadece bir gün değil, kız çocuklarının eğitimi için her gün yoğun çaba harcıyor.

Özellikle hukuk, mühendislik ve tıp fakültelerinde okuyan kız çocuklarına sağladığı maddi burslarla fark yaratıyor.

Ülkemizin ve dünyanın geleceğini ‘sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında’ gören biri olarak, Aydın Doğan Vakfı’nın kız çocukları için yaptıklarını çok değerli buluyorum.

Zeki Müren’in aşkı


Öyle berbat ve gergin bir gündemle kuşatıldık ki; hayatı, aşkı, insana dair güzel şeyleri ıskalıyoruz. Bırakın bunları düşünüp konuşmak vakit bulmayı, aklımıza bile gelemiyor.

Bana bunu hatırlatan da sosyal medyada izlediğim, kim tarafından ve ne zaman yapıldığını bilemediğim bir Zeki Müren röportajı.

Türk müziğinin büyük ustasına soruluyor; “Hiç aşık oldunuz mu?” Sanat Güneşi 30 yaşındayken yaşadığı bir aşkı öyle zarif anlatıyor ki; hiç unutamadığı sesinin titremesinden bile anlaşılıyor.



Şöyle anlatıyor: “1961 yılında uhrevi denilebilecek bir aşk yaşadım. Sekiz sene sürdü. Çok büyük bir dostluk ve çok büyük bir duygu... Menfaate dayanmayan, en temiz hisler ve yıllar... Ve ondan sonra yine...” Burada susup “Hâlâ yaşıyorum galiba... Bunu kapatalım” diyor.

Zeki Müren’in bu röportajı bana şunu hatırlattı. Yaşadığımız günler bir çok yönüyle tarihe geçecek. Bazı konuları ileride utanarak konuşacağız. Kim bilir belki de aşkı konuşamadan geçirdiğimiz bu zamana da yanarak anacağız bu günleri.