Meclis Bütçe Komisyonu’nda yaptığı konuşmayla AKP’lilerin hedefi haline gelen CHP Konya Milletvekili Şener, “Türkiye’de en kötü şeyleri yapsanız da bu, hukuk karşısında cezaya muhatap olmanız için yeterli olmuyor ama olan biten şeyleri söylediğiniz zaman suç haline geliyor” dedi.

Perşembe günü TBMM Bütçe Komisyonu’nda AK Partili üyelerle CHP Konya Milletvekili ve Bütçe Komisyonu Üyesi Abdüllatif Şener arasında ciddi bir tartışma yaşandı. Şener, sözlerine kızan AK Partililere “halktan gizlenen gerçekleri” yüksek sesle ifade etti. Bu tartışmayı ve gizlenen gerçeklerin ne olduğunu Sayın Abdüllatif Şener’e sordum. Bu röportajda üzücü ama bilinmesi gereken olayları okuyacaksınız.

Sayın Şener, Bütçe Komisyonu’nda önce Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’ndan söz ettiniz ve konuşma ilerledikçe bir tartışma çıktı. Yaşanan tartışma “yolsuzluklarla ilgili” atışmalarla büyüdü ve siz “Hırsızlar ordusuna döndünüz” dediniz. Ne olduğunu anlatır mısınız?

KANAL İSTANBUL’DAKİ RANTI, KARAR VERİCİLER VE YAPICILAR PAYLAŞACAK Şener, “Konya Ovası’nı sulamak varken niye Kanal İstanbul’a para ayrılır? Ovayı suladığınızda gelir çiftçinin cebine girecek ama Kanal İstanbul’dan çıkacak bütün rantları karar vericiler ve yapıcılar paylaşacaklar” dedi.


YOLSUZLUK ÇARKI VAR

Teorik olarak baktığınızda Türkiye’de en kötü şeyleri yapsanız da bu, hukuk karşısında cezaya muhatap olmanız için yeterli olmuyor ama olan biten şeyleri söylediğiniz zaman suç haline geliyor. Yani daha spesifik hale getirecek olursak; hırsızlık suç olmuyor ama hırsızlar ordusu demek suç oluyor. Nasıl oluyor, Türkiye’de yıllardır yaşananları, bu ülkedeki politikacıların, gazetecilerin, aydınların çektiklerini ve siyasetin yaptıklarını karşılaştırdığınız zaman çıplak bir tablo şeklinde zaten karşınıza çıkıyor. Kimse “Türkiye’de yolsuzluk yoktur” diyebilir mi? ‘Kamu kaynakları düzgün kullanılıyor’ diyebilir mi? Bunu, siyasetin içinde ve dışında samimi konuşan hiç kimsenin söyleyebileceğini düşünmüyorum. Türkiye’de korkunç bir yolsuzluk çarkı var! Kamu kaynakları, kamu gücü emme basma tulumba gibi bireysel zenginleşmeler uğruna gayrimeşru yollardan sürekli çark oluşturmaktadır. Bu çark dönem dönem de ortaya çıkmıştır. 17-25 Aralık olaylarına bakıyorsunuz, ortaya o kadar çok şey döküldü ki bakanların aldığı rüşvetler, evlerde devasa para kasaları, bakan çocuklarının evinde para sayma makineleri, bir bankanın genel müdürünün evinde ayakkabı kutularının içinde milyonlarca dolar çıktı. Aleni görünen şeyler. Sonra bunlar hiçbir yaptırıma muhatap olmadılar, bir ceza verildiğini duymadık. Ses kasetleri ortaya çıktı, milyonlarca Euro’nun taşınması, sıfırlanmasıyla ilgili ses kasetleri. Onlarla da ilgili bir hukuki süreç işlemedi. Bir bakana gelen çikolata kutusunun altında 500 bin dolar iliştirilmiş, birine yüzbinlerce liralık saat verilmiş, hangi bakanın neler aldığına dair listeler yapıldı.

Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar da defalarca açıkladı, değil mi?

17-25 ARALIK SÜRECİ

Erdoğan Bayraktar, kendisinde görevi kötüye kullanma olduğunu ama yolsuzluk olmadığını, diğer bakanların hepsinde yolsuzluk olduğunu söyleyerek kendisini ayrıştıran bir şey söylemişti ama “Benim hakkımdaki iddiaların hepsi doğrudur” demişti. O Meclis’te soruşturma önergesinde, 4 bakandan biri hakkında söylenenler doğruysa öbürleri hakkındaki iddiaların da doğru olduğunu gösterir, karinedir bu. Ama hiçbir şey olmadı. Bakın bu 17-25 Aralık olaylarıyla ilgili olarak bakanları, hükümeti, iktidarı itham edenler ve bu konunun üzerine gelenler sürekli suçlandılar, cezalar aldılar, o günden bugüne kadar da bu süreçler böyle işledi.

Yakın geçmişte bir bakan Ruhsar Pekcan, kendi firmasından kamuya, kendi bakanlığına dünyanın deterjanını ve fahiş fiyatla satmış, ne kadar etik dışı, hukuk dışı bir şey. Bununla ilgili düzenlemeler vardı, bir bakan ve yakını kendi kurumuna ve hükümete mal satamaz ama bu ödüllendiriliyor.

Kaynaklar yağmalanıyor yağmalayan yargılanmıyor


Siz Bütçe Komisyonu’nda “Hırsızlar ordusu” lafını söylerken bunların hepsi mi geçti aklınızdan, yoksa belli bir olay için mi söylediniz?

Hepsini kast ederek söylüyorum, o zincir alt kademelere kadar uzanıyor. Bu memlekette belediyeler insan kaçakçılığı yapıyorlar. Bu mafyavari kamu kuruluşlarının insan kaçakçılığı yaptığı, gri pasaportla yurt dışına işçi götürdüğü günlerce manşet oldu. Kaç yerde buna benzer olay çıktı, kamu gücünün nerelerde kullanıldığını bundan daha iyi gösterecek ne olabilir? Bir devletin bırakın sadece rüşveti yolsuzluğu insan kaçakçılığına varan mafya tipi yöntemlerle yönetildiği nerede görülmüştür? Bu iktidar döneminde yolsuzluk olayları patlamıştır, ayyuka çıkmıştır, yolsuzluk haberleri gece gündüz belgeleriyle dökülmüştür, ciddi iddialar olmuştur ama bunların hiçbiri yargısal olarak hakim huzuruna çıkmamıştır. Kaynaklar yağmalanıyor ve yağmayı yapanlar yargılanmıyor! Ama yolsuzluk belgelerini ortaya koyan yüzlerce politikacı, gazeteci, aydın kendilerini mahkemelerde buluyorlar.

AKP’nin ilk yıllarında siz oradayken, gelecekte bunların olacağına dair ipuçları, konuşmalar hiç yok muydu?

Hiç yoktu, hukukun üstünlüğüne vurgu yapıyorduk, insan haklarına, çağdaş değerlere vurgu yapılarak kuruldu. Bu partinin ana hedefi; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele etmek diyerek kuruldu. Şimdi Cumhuriyet tarihi boyunca görülmediği kadar yolsuzluğun yapıldığı, yasakların ayyuka çıktığı ve yoksulluğun derinleştiği bir döneme girdik. Hala diyorlar ki “Sen davayı bıraktın gittin”, nasıl bir mantık bu? Bu yapıyı dava olarak görüyorsan senin davan yolsuzluktur. Davası yolsuzluk, yasaklar ve insanları yoksullaştırmak olanın yanında duramam.

Demokrasi Zirvesi’nde Türkiye yok


ABD bir “Demokrasi Zirvesi” düzenliyor. Dünyadan 106 ülkenin davetli olduğu bu zirveye sadece Rusya, Macaristan, İran, Afganistan, Çin gibi birkaç ülke ve Türkiye davet edilmedi. Acı bir durum, bununla TL’nin sürekli değer kaybetmesi arasında bir ilişki var mı?

Ekonomimizin bozulmasında ve TL’nin değer kaybetmesinde, dünyadaki Türkiye’ye ilişkin hukuk devleti algısı arasında doğrudan bağlantı var.ABD’deki Demokrasi Zirvesi bu açıdan çok önemli. Zirveye davet edilmemişseniz, bu piyasaların Türkiye’ye bakışını etkiler, girişimciye “güvende değiliz” duygusu verir.

Hazine’nin parası yandaşın değil karar vericinin cebine boşaltılıyor


Ülkede yoksulluk hızla artmaya devam ediyor, kamu ihaleleri birkaç şirket arasında ihaleye bile çıkarılmadan dağıtılıyor, milyonlarca dolarlık Demiryolları ihalesinde de yine büyük yolsuzluk olduğu açıklandı. “Bu dev kaynaklar acaba seçim için mi kullanılacak” gibi sorular geliyor, olaylar seçime kadar sürecek mi?

Çalmaya çok fazla alışanlar, çaldıkları paraları seçimi alma amacı da olsa ne kadar kullanır? Yolsuzluk sınırlarını bireysel her türlü ihtiyaçlarının üstüne taşıyanlar, bu işi yapa yapa hastalık haline getirmişler ve elde ettiklerini de yastık altında saklıyor gibiler. Değişik ülkelerden haberler geliyor, yatırılan paralar, yapılan işler. Hayallerinize sığmayacak derecede büyük ve korkunç yolsuzluklar var.

Çark bana göre şöyle dönüyor; Hükümet muteber iş adamlarını çağırıyor, “Şu köprüyü, havaalanını vs. yapacaksın” diyor. İş adamı “O kadar paramız yok” diyor, hükümet “Bulacağız” diyor. İş adamı “Teminat gösterecek varlığımız da yok” derse onu da buluyor, yani o milyarlık işlerin yapımı için kaynak o iş adamına kendisi tek kuruş vermeden sağlanıyor. Hatta bu artık özel iş sayıldığı için maliyet hesapları gibi konular da denetime tabi tutulmadığı için örneğin 1 milyar dolara yapılacak iş için “Maliyeti 5 milyar dolardır” diyor ve işe başlarken 4 milyar doları cebine atıyor. Sonra geçmeyen araba, uçmayan yolcu garantileri veriliyor.

Sadece o müteahhitlere iyilik yapmak için mi Hazine bu kadar zarara uğratılıyor?

Hiç kimse yandaşın cebine devasa boyutlardaki paraları Hazine’den boşaltmaz, eğer boşaltıyorsa o cep karar vericilerin cebidir. Bu işlerin gizli ortakları kimlerdir bilmiyoruz ama en basit mantık kuralına göre bu kadar devasa kâr yandaşa sağlanmaz.