Atatürk dönemiyle günümüzün kıyaslanmasının ‘mesnetsiz’ bir yaklaşım olduğunu vurgulayan Prof. Dr. İlber Ortaylı, “O devir, bu devir değil. Onlar felaketin ortasında açan çiçeklerdi. Kalkınmış bir ülkede rey alıp kriz döneminde geldiler, karşılaştırma yapıyorlar” dedi.

Sadece bizler, kendi milleti tarafından değil, tüm dünya devletleri tarafından cesareti, zekası, geleceği gören vizyonu ile “Gerçek bir halk önderi ve devlet adamı” olarak tanımlanan, hayatını vatanının bağımsızlığına adamış Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sevgili Ata’mız 83 yıl önce bugün ölümsüzlüğe yürümüştü.

13 Kasım 1938’de bir Alman Gazetesi Atatürk için şöyle yazdı; “Atatürk, Türkiye’yi tek düşmanı kalmaksızın bırakmıştır. Bu, zamanımızın hiçbir şefinin başaramadığı bir şeydir!”

Dünya liderlerinin, yazarlarının, milletlerinin hayran olduğu Atatürk’le ilgili bazı önemli soruları, uluslararası ödüllere sahip ünlü Tarihçimiz İlber Ortaylı’ya sordum. İlber Ortaylı, Osmanlı Etütleri Komitesi Yönetim Kurulu Üyesi, Türk Tarih Kurumu Şeref Üyesi, Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyesi’dir. Avrupa ile Akdeniz Arasında Lazio Ödülü, Rusya Bilimler Akademisi Puşkin Ödülü, Türkiye Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü gibi birçok ödül almıştır.

Sayın Ortaylı, 1938’den 83 yıl sonra Atatürk hâlâ aynı canlılığı ile yaşıyor ama milyonların takdiri ve sevgisi yanında, devamlı olarak onun dönemiyle bugünleri kıyaslayanlar da var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

‘BEN YARATTIM’ DEMESİNLER

Zamanımızda bir moda var; “Biz daha iyisini yapıyoruz” modası, bu 50’lerde de vardı. “Atatürk ne yapmış, biz de barajlar yapıyoruz” gibi konuşmalar, şimdi çok açık bir şekilde böyle bir mukayese var; “Türkiye’yi biz kuruyoruz, biz yaratıyoruz” deniyor. Bu tamamıyla saçma bir olaydır, tarih yazılımı bakımından mesnetsiz bir yaklaşım olduğu gibi siyasal olayların değerlendirilmesi, vatandaşın tarih bilincini yerleştirme açısından da tercih edilmemesi gereken abes bir yoldur. Şunu söylemekte yarar var; Türkiye 2000’li yılların başında sanayileşmiş ülkeler arasındaydı zaten. Tabii her sanayileşmiş ülke İngiltere değil, Almanya değil, ABD veya Japonya değil ama bunlar dünyayı idare eden devletler.

Türkiye bunların içindeydi zaten. G-20’ye girdik diye bizi oraya bu hükümet getirmedi, kimse kalkıp da “Türkiye’yi ben yarattım” demesin, öyle bir şey yok. Bin yıllık Müslüman bir devlet, bir imparatorluk, şanlı şerefli sayfaları var. Çok hazin dönemler de var, çok büyük bozgunlar da var...

ISTIRAP İÇİNDEYDİLER

Ülke paylaşılmış ve ortada bir bozkır, fakir Anadolu. Buna rağmen bir imparatorluk devam ediyor. Bu devletin ordusu var, dışarda büyükelçileri var... Ordu küçültülüyor, silahları alınıyor, sayısı azaltılıyor ama bir ordu var, polis ve bir teşkilat var. Arasında asker ve sivillerin olduğu bir grup insan var; askerler kurmay eğitimi görmüş, eğitim düzeyleri ve kafa yapıları herhangi bir Batı Avrupa ordusunun kurmayından farklı değil, daha bile mükemmel. Yenilen taraftalar ve büyük ıstırap içindeler. Fakat bu adamlar alternatifsiz, işsiz güçsüz, gidecek yer arayan adamlar da değiller. Fevzi Paşa Harbiye Müsteşarı, Hikmet Bey albay ve Genelkurmay’da çok önemli bir görev başında, Rauf Bey öyle, Mustafa Kemal Paşa zaten itilaf devletlerinin bile saygı duyduğu bir askeri geçmişi olan ve Padişah’ın tanıdığı, konuştuğu danıştığı biri.



BUGÜN ÖYLE BİR AYDIN YOK

Her an Harbiye Nazırı olması söz konusu. Adnan Bey ve eşi Halide Edip Adıvar’ın Milli Mücadele’ye katılması da böyledir. Halide Hanım zaten fikirleriyle, konuştuklarıyla dikkati çekiyor, yıldız gibi parlıyor, öyle bir aydın bugün bile yok. Bu hanımefendi kalkmış Anadolu hükümetine sempatilerini beyan eder şekilde, itilaf devletlerinin idaresiyle açıkça çatışır şekilde Anadolu’ya geçiyor. Canları pahasına Anadolu’ya geçmek yerine pekala bu işlere karışmadan ortalarda dolaşabilir, Adnan Bey de mevcut kabinelerde nazır olurdu, değil mi?

Padişah, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya İstiklal Savaşı’nı yönetsin diye değil, “Orada Müslümanlarla gayrimüslimler arasında çıkan çatışmaları bastırıp önleyebilecek tek maharetli ve akıllı komutan budur” diye bakıyor, onun için gönderiyor. Bu özellikleriyle İstanbul’da oturmaya devam edebilirdi. Bunlar, alternatifi olup da bu alternatifi ideal için reddeden, canları pahasına dünyalarını değiştirip kelleyi koltuğa alan insanlar. Öyle günümüzün politikacıları gibi bir kader ile bir yerlere gelip oturmak veya mevcut boşluklar dolayısıyla ortaya çıkmak durumunda kalan adamlar değiller. Bunlar felaketin ortasında açan çiçekler. Kalkınmış bir ülkede rey alıp kriz döneminde geldiler, kendilerini ne zannediyorlar. O zamanki Türkiye’de bu adamların yeri olur muydu onu ayrıca konuşmak lazım.

ASLA MUKAYESE EDİLEMEZ

Neden bugünle karşılaştırma yapılamayacağı en baştan belli zaten.

O devir, bu devir değil.
O devrin Anadolu’su kıyaslanamayacak şartlar altında.
O nedenle 1930’ların, 40’ların hayatıyla hiçbir şekilde bugünü mukayese edemezsiniz. Bunu yaptığınız, hele bir de hesap sormaya kalktığınız zaman komik duruma düşersiniz. Bak ben bu kadar mal mülk edindim, son model arabam, yatım var, param var, peder bunlara sahip miydi filan diyen adama ne dersin sen? Geri zekalının biri dersin değil mi?

Vatanı kurtaran Atatürk’ün köşkünü valiler beğenmiyor


Çalışma Bakanı Vedat Bilgin, Meclis Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında “Bazı arkadaşlarımız saraylardan vazgeçip halka inecek misiniz diye konuşuyorlar. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, Türkiye’nin yoksul olduğu yıllarda Atatürk Çankaya Köşkü’nü yaptırmış” dedi. Bu sözler “Atatürk’le karşılaştırma yapıyor” tepkisiyle karşılaştı. Siz bu karşılaştırmayı nasıl değerlendirirsiniz?

Bu kişiler devamlı Atatürk devriyle yarışacaklarını sanarak çıkmasınlar, o başka bir devir ve çok büyük adamların devriydi. Bırakın, böyle siyaset olmaz, böyle karşılaştırma olmaz. Yüz sene evveli ile nasıl karşılaştırılabilir? Yüz sene evveli ile kim yarışa çıkıyor? Atatürk uzun süre bir bağ köşkünde yaşadı, bugün müzedir. Meclis dönemi dahil, Meclis’ten sonra da çok uzun zaman burada oturdu. 1920’lerin sonunda Çankaya Köşkü yapıldı. Bugünkü valilere Çankaya Köşkü gibi rezidanslar yapılıyor, büyükelçilikler de aynı şekilde. Vatanı kurtaran Atatürk’ün köşkünü bugün valiler beğenmiyor. Ne yapıyorsanız yapın, bir devirle bir devir, Kemalist devirle bu devir mukayese edilmez, bu çok yanlıştır. Eğer zihniyetinize bu yerleşirse herkes bunun zararını çeker, çok açık ve net. Kemalist devir çok önemli bir devirdir. Dolayısıyla bu mukayeseden vazgeçelim. Mustafa Kemal Atatürk tüm liderler arasında müstesna bir yere sahip, unutulmayan bir liderdir, tartışılamaz.

Saçma söze doğru sözle cevap verilir


Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye’de Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine hücum etme alışkanlığında bir grubun bulunduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bazı aydınlar da bu gruba giriyor, masum bir hareket kabul edilemez. Bugünün dünya demokrasisinde herkes böyle şeyleri yapabilir, bir şey söyleyemeyiz ama bir şey söyleyemeyiz demek o mavalları aynen yutmak anlamına gelmez. Batı demokrasisinin kurallarını benimsemek kadar Batı demokrasisinin kontrol kurallarını da benimsemek gerekir. Dünyada söz kadar kuvvetli bir silah yoktur, saçma bir söze doğru sözle cevap verilir, doğru seslerin çıkması gerekir.”


Mustafa Kemal Atatürk portresi ölmez!


Döneminin bütün liderleri kaybolurken Atatürk’ün bugün hala dünyada aynı hayranlıkla anılmasını, birçok ülkede heykellerinin dikilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Latin sözüdür; “Galipken bile kendini yenmeyi bilen iki kere galiptir” der. Kurtuluş Savaşı’nın büyük komutanı Atatürk, yeni devleti şekillendirirken, memleketin eğitimi, iktisadiyatı, hukukundan başlayıp yenileyen, tümüyle değiştiren –Arnold Joseph Toynbee’den başlayarak bütün tarih filozofları Türkiye için bunu söyler- iki kere galip gelen bir liderdi. Birinci Cihan Savaşı’nın saçma liderleri arasında (Winston Churchill bile saçma bir adamdı) ve iki harp arasında deliren liderler döneminde, çok enteresan bir kişilik, bir tarihi portredir. Onun için Mustafa Kemal Atatürk portresi ölmez. Kendisine yapılan saldırılarda daima siyasi bir oyunu, hatta doğrudan doğruya bir komployu sezmek normaldir. Çünkü bu insan netice itibariyle Stalin değil, Mussolini değil, diktatörler kategorisine girmez, bu başka biri. İngilizce konuşan ülkelerden başka demokrasinin kalmadığı bir dönemde, çoğulcu demokrasi isteyen bir lider. O nedenle yaşadığı dönemde de bugün de diğer ülkelerin takdirini kazanması şaşılacak bir durum değildir.