Avrupa Birliği (AB) Türkiye Delegasyonu Büyükelçisi Nikolaus Meyer-Landrut ile Muğla’da iklim ve çevre desteklerini konuşmak için bir araya geldiğimizde, ülke gündeminde dozu yükselerek artan büyükelçi krizi ağırlığını koruyordu.

AB’yi Türkiye’de en yüksek düzeyde temsil eden diplomat Landrut’un sözleri, hem AB’nin içerideki “aksiyon” planlarını hem de Avrupa’daki havayı yansıtma kapasitesine sahip.

★★★

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Kasım 2017’den beri tutuklulu olan iş insanı Osman Kavala’nın serbest bırakılma kararının uygulanması için verdiği süre 30 Kasım 2021’de doluyor.

Sonra ne olur?



★★★

ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya,  Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda’nın Ankara Büyükelçileri’nden, kritik tarihe 10 gün kala, Kavala’nın serbest bırakılması çağrısı geldi.

★★★

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamayı yapan 10 büyükelçinin “istenmeyen adam” (persona non grata) ilan edilmesi talimatı verdiği açıklamasının, içeride ve dışarıda yankısı sürüyor.

Cumhurbaşkanlığı Kabinesi dün yapılan toplantısında “büyükelçi krizini” ele aldı.

Krize içeriden altı çizilecek yorum 11. Cumhurbaşkanı ve AKP kurucularından Abdullah Gül’den geldi:
Konuyu daha büyük krizler haline getirmek Türkiye’nin çıkarına değil. Bu işi Dışişleri Bakanlığı’na bırakmak, yeni problemleri ortaya çıkarmamak, çıkışı olmayan noktalara götürmemek lazım.”

★★★

Büyükelçilerin Kavala hakkında ortak açıklamasına ilişkin yorumunu sorduğumuz Landrut ise “Bu konuda spekülasyon yapmam mümkün değil. Uygun davranışlar nasıl olurdu, onu speküle edebilirim. Türkiye Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biri olmaktan haklı bir gurur duyuyor. Türkiye’nin de tüm üye devletler gibi Avrupa Konseyi’ni sayması, kararlarına uyması beklenir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de AB kurumlarından birisi, o nedenle de mahkeme kararlarına uyması beklenir” demekle yetiniyor.

★★★

Landrut, Avrupa Komisyonu tarafından 18 Ekim’de açıklanan “2021 Ülke Raporu”nda, Türkiye’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı alanlarında geriye gittiğini vurguluyor.

Landrut’a AKP çevrelerinden Ülke Raporu’na ilişkin yapılan “Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi etkisi” iddialarını soruyoruz.

Rapor konusunda içimiz rahat; inanıyoruz, güveniyoruz. Raporun tek bir yazarı yok”” diyen Landrut şöyle devam ediyor:

İlgili tüm taraflarla raporun hazırlanma aşamasında temasa geçiyoruz.  Hükümet kanadıyla, belediyelerle, sivil toplum temsilcileriyle, derneklerle bir araya geliyoruz. Sadece Ankara ve İstanbul’da bu görüşmeleri yapmıyoruz. Türkiye’nin farklı illerini de bu süreç içinde ziyaret ediyoruz. AB üye devletler arasında dayanışma bağı vardır. Olmaması şaşırtıcı olurdu. AB gibi kurumlarda üyelerin birbiri ile dayanışması temel ilkedir. Öte yandan böyle bir dayanışma bağının olması, üye devletlerin birbirinden farklı görüşleri dile getirebileceği gerçeğini değiştirmiyor.”

İklim, sağlık, mülteci gündemine devam


Sıcak gündemin tam da ortasında Landrut’un konuşmasının tümünü “finansman modeline” ayırması çarpıcıydı.

Binpınar da bu yaklaşıma yanıt oluşturmaktan öte gitmedi.

AB’nin Türkiye ile yürüttüğü tam üyelik müzakere sürecinin 2018 yılından beri durmuş olmasını, her iki taraf da adeta “ön kabul” olarak benimsemiş görünüyor.

250 çalışanı bulunan AB Delegesyonu’nun lideri Landrut, Türk Lirası’nın tepe taklak oluşuna alışmış olacak ki; üye ülkelerin makro ekonomik dengelerini gözeten Maastricht Kriterleri’nin adını bile anmadı.

Bu tablo; AB’nin makro ekonomik ve siyasal kriterleriyle mesafesini kapatmaktan uzaklaşan Türkiye’ye özgü gelişen yeni dilin şifrelerini veriyor.

Birpınar: AB çevre fonlarını kesmesin


Muğla’nın Ortaca ilçesinde yürütülen “Dalyan Kanalları ve Akyaka Azmağında Alternatif Temiz Enerjilerin Kullanımı Projesi” kapsamında düzenlenen konferansta Avrupa Birliği’nin yeni “finansman modeli” tanıtıldı.

Landrut, AB’nin iklim ve çevreye “hibe” finansman desteği yerine, sürdürülebilir projelere sağlanacak “garanti ve faiz desteği” modeline geçtiklerini vurguladı.

AB’nin bu uygulamasının tüm ülkeleri kapsadığını da ekledi.

 

Aynı toplantıda Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar da “AB çevre fonlarını kesmesin. Çevre ile ilgili fonlarda bize destek olsun. Çevre meselesi sınır tanımayan bir meseledir, siyaset üstüdür” görüşünü dile getirdi.

Türkiye’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı alanlarında geriye gittiğini belirten Landrut, “açık kapıları” sıralıyor:

Türkiye ile AB arasında ortak çıkar alanlarında işbirliği geliştirmeye odaklanıyorum. Kopenhag Kriterleri’nin yerine getirilmemesi ve tam üyelik müzakerelerinin durması; iklim, sağlık, göç, mülteciler; Libya ve Suriye gibi uluslararası konularda birlikte çalışmayacağımız anlamına gelmiyor.”


Landrut’un skor tablosu: AB 10-Türkiye 1


Büyük kısmını göç ve Suriyeli mülteciler sorununun oluşturduğu, Türkiye ile AB arasında 18 Mart 2016 tarihinde imzalanan mutabakatta tarafların yükümlülüklerini hatırlattığımızda, Landrut’un skor tablosunda “AB 10-Türkiye 1” yazıyor.

Landrut’un açıklaması şöyle:

Türkiye bundan 1.5 yıl önce Yunanistan’dan düzensiz göçmenleri kabul etmeyi de bıraktı. AB, Suriyeli mültecilerle ilgili ilk konuşulan rakamların üzerine çıktı. AB ilk olarak sağladığı 6 milyar Euro desteğe 3 milyar Euro ilave etti. Ayrıca 500 milyon Euro köprü finansman ve Türkiye’nin Doğu sınır yönetimine 250 milyon Euro destek aktarıldı. Suriyeli mültecilerin yeniden yerleştirilmesi kapsamında; Türkiye’nin Yunan adalarından gelen 2-3 bin mülteciyi kabul ettiğini görüyoruz. AB ise 30 bin kadar mülteciyi üye ülkelere yerleştirdi. Yapılan anlaşma 1’e 1 şeklindeydi; 1’e 10 olarak gerçekleşti.”

“Son 20 yılda 1.7 milyar Euro verdik”


AB’nin Türkiye’ye iklim değişikliği ve çevre için yaptığı mali destekleri açıkladı:
“Son 20 yılda 1.7 milyar Euro hibe destek sağlandı. Bunun 1.4 milyar doları içme suyu, atık su ve katı atık tesisleri yatırımlarından oluşuyor.”