Pandemi sürecinde üçüncü öğretim yılına, 6 Eylül’de, yeni Milli Eğitim Bakanı ile giriyoruz. Prof. Dr. Ziya Selçuk’un yerine gelen yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer, göreve başladığı ilk haftada, sanki iktidar partisi değişmiş gibi, çok sayıda genel müdürle, Ankara ve İzmir başta olmak üzere birçok ilin milli eğitim müdürünü değiştirdi. Dileriz sırada Liselere Giriş Sınavı (LGS) sistemi değişikliği yoktur! Zira kendisinden önceki bakanların ilk işleri LGS’yi değiştirmek ve ucube sistemi içinden çıkılmaz hale getirmek olmuştu!

★★★

Eğitim camiamızın saygın isimlerinden, geçmişte Vefa Lisesi ile İstanbul Erkek Lisesi’ne müdürlük yapmış, Bakanlık bünyesinde önemli görevlerde bulunmuş olan Dr. Sakin Öner’e beklenti ve önerilerini sordum. Şunları söyledi:

Yeni Bakan’dan ilk beklentimiz; öğretim yılının sonuna kadar okulları yüz yüze eğitime açık tutmanın şartlarını oluşturması. “Maske-sosyal mesafe-hijyen” kuralı dışında, sınıflardaki öğrenci sayısının azaltılması, öğretmen ve okul personeli ile okul servisi ve kantin personelinin tamamının aşılanması, PCR testi, eksik personel ihtiyacının karşılanması, sınıf ve salonlarda havalandırma sistemlerinin işler vaziyete getirilmesi, teneffüslerde sınıfların havalandırılması gibi önlemlerin mutlaka hayata geçirilmesi. Zira Bakan bunları başaramadığı takdirde pandemi döneminde eğitim gören bir kuşak, “kayıp nesil” olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

★★★

Gelişmiş ülkelerin çoğu, herkese ve her yere kısıtlama getirirken, okulları açık tutmaya özen gösterdiler. UNESCO verilerine göre; 28 Haziran 2021 tarihi itibarıyla 210 ülkenin 119’unda okullar tamamen açık, 56’sında kısmen açık, 16’sında ara tatil, 19’unda ise kapalı durumda. Çok yüksek ve orta düzeyde bulaş riski olmasına rağmen; Almanya, Rusya, İspanya, Avusturya, Danimarka, Hollanda, İngiltere, İsviçre, Fransa, İtalya, İsveç, Belçika, İrlanda, İsrail, ABD, Arjantin, Brezilya ve Kanada gibi ülkeler, okullarda rutin hızlı antijen testleri kullanarak yüz yüze eğitimi tamamen açık/kısmen açık statüsünde sürdürdüler. Ülkemizde ise salgının seyrine göre bir açılan bir kapanan okullar nedeniyle yüz yüze eğitimde ciddi aksamalar oldu. Eğitimin yüzde 90’ı uzaktan eğitim yoluyla yapıldı. Fakat 3 milyondan fazla öğrenci, yaşadıkları yerleşim biriminde internet altyapısı ve dersleri takip için gereken bilgisayar, tablet, televizyon ve akıllı telefon gibi araç-gereçten mahrum bulundukları için uzaktan eğitime ulaşamadı.

★★★

Bu süreçte Milli Eğitim Bakanlığı 500 bin civarında öğrenciye tablet dağıttı, fakat bu yardım, ihtiyacın yüzde 20’sini bile karşılayamadı. Bakanlık, ileride yeniden uzaktan eğitim yapma ihtimalini göz önünde bulundurarak, internet bağlantısı olmayan yer ve tabletsiz öğrenci kalmaması için uğraş vermeli.

★★★

Öğrencilerimiz arasında, pandemiden önce de aldıkları eğitim açısından bir eşitsizlik vardı. Öğretmen kadrosu tam olan merkezi okullarda okuyan öğrencilerle, öğretmen kadrosu eksik olan kırsal kesimlerdeki ve kentlerin varoşlarındaki okullarda okuyan öğrenciler arasında bir eğitim farkı mevcuttu. Bakanlık son yıllarda, lise düzeyindeki okullarımızı da ikiye ayırdı ve sınavla öğrenci alan okullara “nitelikli okul”, sınavsız öğrenci alan okullara “niteliksiz okul” sıfatını verdi. Pandemi sürecinde eğitimdeki uçurum iyice açıldı. Öğrenciler bu defa “uzaktan eğitime ulaşanlar” ve “uzaktan eğitime ulaşamayanlar” diye ikiye ayrıldı. Maalesef bu süreçte, varlıklı ve eğitimli ailelerin çocukları ile bazı özel okullarda okuyan öğrenciler bir şekilde eğitim aldı, fakat yoksul ve eğitim düzeyi düşük ailelerin çocukları bu eğitimden yeterince faydalanamadı. Bunun eğitime yansımasını, 2021 LGS sonuçlarında gördük.

★★★

Yaz tatili döneminde öğrencilerin salgın sürecindeki ders kayıplarını karşılamak için 5 Temmuz ile 31 Ağustos tarihleri arasında okullarda zorunlu olmayan ve gönüllülük esasına göre telafi eğitimi yapıldı. Bu eğitim; fiziksel etkinlikler, sosyal duygusal etkinlikler, akademik gelişim ve özel eğitim alanlarında oldu. Fakat katılım düzeyi çok düşük ve iki yıllık ders kayıplarını karşılamaktan çok uzak kaldı. Bu nedenle yeni öğretim yılının başlayacağı 6 Eylül tarihinden sonra 30 gün veya 45 günlük süre ile okullarda bütün öğrencilerin eşit yararlanacağı bir telafi eğitiminin yapılması zorunluğu ortaya çıktı. Bu eğitim için gerekli zaman, birinci ve ikinci dönemdeki birer haftalık ara tatil yapılmayarak, iki haftalık sömestre tatili bir haftaya indirilerek ve Haziran ayında bir veya iki hafta fazla eğitim yapılarak karşılanabilir.

★★★

Yeni öğretim yılının sağlıklı ve verimli olabilmesi için 100 binin üzerindeki öğretmen açığının kapatılması gerekiyor. Sadece 20 bin öğretmenin atanması, ihtiyacı karşılamaktan çok uzak bulunuyor. Şu anda atanmayan 600 binin üzerinde öğretmen var. Eğitimde tasarruf olamayacağı gerçeğinden hareketle, okullarımızın ihtiyacı kadar öğretmenin mutlaka atanması gerekiyor.

★★★

Milli Eğitim Bakanı’nın daveti üzerine 4 yılda bir toplanması gereken Milli Eğitim Şûrası, Aralık 2014’ten bu yana 7 yıldır toplanmadı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın en üst organlarından biri olan ve eğitimin bütün paydaşlarının katıldığı Milli Eğitim Şûrası; eğitimdeki köklü yenilikleri, değişimleri ve reformları gerçekleştirmek üzere eylem plan ve programlarını, strateji-kalite ve vizyon belgelerini, müfredatını, kısacası politikalarını görüşür ve bu konularda tavsiye kararları oluştururdu. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in yapacağı ilk icraatlarından biri katılımcı, kapsamlı ve demokratik bir Milli Eğitim Şûrası’nı toplamak olmalı. Ayrıca, salgın sürecinde eğitimin daha sağlıklı yürütülebilmesi için, en kısa zamanda merkez ve taşra teşkilatında; başta okul müdürleri, öğretmen ve veliler olmak üzere eğitimin tüm paydaşlarının yer alacağı Milli Eğitim Kurulları hayata geçirilmeli.

★★★

Öğretmenlerin yeni Milli Eğitim Bakanı’ndan acil istekleri var. Mevcut uygulamada aynı eğitimi almış ve aynı görevi yapan öğretmenler arasında; ders ücretli, geçici, sözleşmeli, kadrolu öğretmen gibi ayırımlar bulunuyor. Bu öğretmenler arasında özlük hakları yönünden de büyük farklılıklar söz konusu. Bunların kaldırılması, hepsinin kadrolu hale gelmesi gerekiyor. Kadrolu öğretmenlerin adaylığı bir yıl sonunda sınavsız kaldırılırken, sözleşmeli öğretmenlerin bir yıl sonunda adaylık kaldırma sınavına sokulması adil değil. Sözleşmeli öğretmenlere uygulanan adaylık kaldırma sınavından vazgeçilmeli. Eğitim yöneticisi atanırken öğretmenler, önce EKYS’ye (Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme Sınavı) giriyorlar, sonra da sözlü sınava sokuluyorlar. Yazılı sınavlarda alınan puanların yüzde 50’si ile sözlü sınavlarda alınan puanların yüzde  50’sine göre karar veriliyor. Daha önce yazılı sınav puanlarının oranı yüzde 80 iken, yüzde 50’ye indirildi. Öğretmenler, yönetici atamalarında ehliyet ve liyakatten uzak olan, sözlü sınav uygulamasına tepki gösteriyorlar. Ayrıca öğretmenler, kendilerine verilen 3600 ek gösterge sözünün tutulmasını, yıllardır uğraşılan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun bu öğretim yılında çıkarılmasını bekliyorlar. Bu arada 2013 yılında hiçbir gerekçe gösterilmeden kapatılan Öğretmen Liseleri’nin, mesleğin akademik düzeyine katkıda bulunacağı düşünülerek yeniden açılması da eğitimcilerin istekleri arasında.

★★★

Yeni Milli Eğitim Bakanı, en önemli görevinin, kayıp kuşak yaratmamak için, her türlü önlemi alarak okulları açık tutmak olduğunu unutmamalı... Aksi takdirde tarihe “kayıp kuşağın sorumlusu Milli Eğitim Bakanı” olarak geçer!