Henüz okula başlamadığım yıllardı. Tek dert vardı, “Akşam ezanı okunuyor. Baban gelecek. Çabuk eve kör olmayası” diyen annemin sesi.

Yazlar sıcak. Ter içinde dönerken oyundan ben, o çıkardı evinin demir kapısından. Hem de her gün aynı saatlerde.

Hulisi Kentmen! Fötr şapkası, kahvarengi takım elbisesi, beyaz tiril tiril ütülü gömleğinin üzerine koyu kahverengi kravatı. Boyalı ayakkabıları, ağır ağır yürür giderdi. Ve gözucuyla süzerek beni, incecik gülümserdi. Hala hatırlarım. Elbette Hulisi Kentmen değil, Cemil Bey Amca’ydı o. Ben Cemil Bey Amca’yı hep bir işyeri sahibi, patron sanırdım. O yüzden Hulisi Kentmen’e benzetirdim.

Her bayram akrabalar için çıkılan el öpme turunun ardından Cemil Bey Amcalar’a da gidilirdi. O, evde de aynıydı. Bizi görünce ayağa kalkar, ceketinin düğmesini iliklerdi. Hal hatır sorar yaşıtıyla konuşur gibi davranırdı. Efendi insandı işte...

Sonra büyümeye devam ettik. İlkokul... Düzen hafif değişti; okul, oyun ve anne sesi. Cemil Amca ise, bildiğiniz gibiydi. Fakat her akşam üstü nereye gittiğini hiç sorgulamadım doğrusu.

Ta ki, bir bayram sabahına dek. Babam rahmetli, erkenciydi. Bayram namazlarında camiyi biz açardık neredeyse. Giderdik camiye örneğin, vaaz verecek hoca bir saat sonra gelirdi! Neyse işte öyle bir bayram sabahıydı yine. Herkesin bir camisi vardı, bizim de. Ve genellikle aynı yoldan aynı camiye giderdik. O bayram sabahı, değişik yoldan gitti babam.

Eskiden bayram sabahları fırınlar, bakkallar gibi kahvehaneler de erkenden açılırdı. Önleri, bahçeleri sulanır, süpürülür tertemiz edilirdi. Camiye az kalmıştı ki, köşedeki avlusu, önündeki yolu bile buz gibi yıkanmış kahvehanenin ön kısmındaki masada oturuyordu Cemil Amca... Babam, kahvehanenin önüne geldiğimizde duraksadı, “Hayırlı sabahlar Cemil Bey, erkencisiniz bugün” dedi. Cemil Amca oturduğu sandalyeden şöyle hafif bir saygı hareketi yaptı, “Evet, bir çay içeyim dedim. Buyurun, birlikte içelim...” Babamın camisi gelmişti, duramazdı. “Namazdan sonra inşallah...” dedi.

Yürürken babam, durumu izah etme gereği duydu sanırım, “Cemil Bey’in kahvehanesi...” dedi. Evet, dedim içimden. Patronmuş işte. Kullanmadığımız yoldaki kahvenenin sahibi!

Camiye gittik biz. Müezzin Hüseyin Ağabey, kocaman bir adamdı. Hoşgeldiniz diye karşılıyor gelenleri. Babamı görünce, “Selim Bey erkencisiniz yine” dedi ve ekledi: “Sizden erkenci Cemil Bey var ama. Bahçeyi yıkıyordum. Geldi, sen bitir işini ben de çay içeyim deyip kahveye gitti” dedi. Babam, onu gördüğümüzü söyledi. Girdik içeri.

***


Ortaokulun ilk yılı geldi sonra. Kitaplar, dersler, öğretmenler çoğalmıştı. Şahane bir

edebiyat öğretmenimiz vardı. Yazarlar, kitaplar önerirdi. Mutlaka okuyun derdi. İlk kez oluyordu bu. Ama kitap, öyle ha deyince bulacağın şey değildi. İzmir’de yaşıyorduk da galiba fakirlik buydu işte. Kitaplık koluna üye oldum ben de. Demem o ki, kitaplara ulaşmak zordu. Neyse ki, Aydın Abla’nın büyük oğlu üniversiteye gidiyordu ve kitaplığı doluydu. Önerilen bazı kitapları ondan alıp okuyorduk. Bir kitap vardı. Yazarı yabancı, Türkçe’ye çevrilmiş. Bilgi sayfalarında yazardan sözederken hep Prof. yazıyordu. Neydi ki bu Prof?

Bir gün pat diye sordum öğretmenimize, Prof ne demek?

Hiç unutmam, “Prof. profesör demektir Yücelcim. Öyle derdi hep çocuklarına. Çok okuyan, iyi öğrenen, bilgi dolu ve bu bilgilerini başkalarına aktaran. Öğretmek için yanıp tutuşan. Hayatını öğrenmeye adayan, öğrenip öğrenip taşan, büyük, önemli insan. Bir sürü öğrenci, iyi insanlar yetiştiren. İlgilendiği konuları yaşamı boyunca araştıran. Bilge kişi” dedi.

Profesörrrr! Önemli, saygın. Cemil Bey Amca gibi biriydi işte...

Bu anlattıklarım dünkü Türkiye’den. Dünkü, kendini bilen insanlarla dolu olan. Köylünün efendi, esnafın merhametli, taksi şoförlerine çoluk çocuk ‘yenge’ emanet edilen, duvarcının, sıvacının, kalıpçının ev yapanı dara düşürmemek için taksitle ev yaptığı, çimentonun kilo ile alındığı, her akşam dört tuğla ile eve gelen babaların olduğu zamanlardı. Çimento, tuğla birikir, para denkleşince evin kalan odası yapılırdı. Binde bir ayakkabı taksitle alınır. Esnaf faiz demez, peşin fiyatına satar, çocuklar o ayakkabılarla yatardı. Mahalledeki doktor hasta olan eve gelir, eczacı ilaç karışımı yapar şifa dağıtırdı.

Gel zaman git zaman, bakın ne hallere GERİLEDİK!

Mesela Sağlık Bilimleri Üniversitesi rektör yardımcısı profesör Kemalettin Aydın... Tıp eğitimi ana bilim dalı üyeliği, TÜBİTAK, Sağlık Bakanlığı ve AB ortak projelerinde danışman, üye ve araştırmacılık, Türkiye Futbol Federasyonu sağlık kurulu üyeliği, Enfeksiyon Hastalıkları ile Savaşım Derneği başkanlığı yaptı. Yetmemiş olacak ki, AKP’den iki dönem milletvekilliği, vekilken de kadın erkek fırsat eşitliği komisyonu başkanvekilliği, çeşitli komisyon üyelikleri, Finlandiya dostluk grubu başkanlığı da yaptı. Profesörlüğünün yanında AKP Siyasi Erdem ve Etik Kurulu başkanı.

Breh breh breh... Yani profluğun kitabını yazmış bir isim!

Geçenlerde İçişleri Bakanı bir gazeteci ile sosyal medyadan atıştı. Kemalettin Aydın hemen bakanın yanında yerini aldı. ‘Yalnız değilsin sayın bakanım’ diyerek sosyal medyadan ünvanlarına yaraşır şu tarihi mesajı yazdı: “Soyun ve sülalen ile gurur duyuyoruz sayın Soylu bakanım! Paçana dalanların ödülü onlara cevap değil striknin (sokak hayvanlarının itlafında kullanılan ölümcül zehir) olmalı!”

***


Cemil Bey Amca’yı merak ettiniz değil mi?

Ben etmemiştim. Cemil Bey Amca’ydı işte. Kocaman bir kahvehane sahibi, patron ya da bana göre profesör! Öyle değilmiş ama... Bir gün evde konusu geçti, annem, “Cemil Bey emekli oluyormuş” dedi babama. O da,  “Ne mutlu ona, hayırlısı olsun” diye yanıt verdi. Ben araya girdim. Anne, “Cemil Bey Amca ne iş yapıyor” diye sordum.

Annem yanıt verdi, “Bahçıvan... Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin bahçelerinde çalışıyor!”

Şaşırdım tabi. E, dedim her akşam takım elbiseyle nereye gidiyor o zaman. Babam anlattı, “Vardiya usulü çalıştı hep. İş bitimi eve gelir, azıcık dinlenir. Sonra kalkar iki lokma yemek yer ve nargilesini içmek için kahvehaneye gider...”

İktidarın izzet ikramına, gölgesine yakın makam mevki sahibi bazı profesörleri düşününce çocukluğumun ‘hayat üniversitesi’ diplomalı profesörlerini, Cemil Bey Amca gibi örnekleri hatırladım. Biz büyürken nerelere savrulmuşuz böyle deyip o sıradan ama efendi, hanımefendi insanlar dönemini özledim bu bayram...