Aslan koşup ceylanın özellikle de yavrusuna yetişiyor... Minicik bir kuş rengarenk güzel mi güzel ama kendinden minik bir böceği hoop diye... Güçlü güçsüzün hakkından geliyor. Bir başkasının güçsüzlüğü ile ayakta kalıyor.


Paramız var. Ama yetmiyor, biraz daha...


Evimiz var, yazlığımız da olsa keşke.


Zengin bir ülkeyiz. Daha zengin olsak fena mı?


İnsan da, diğer tüm canlılar gibi... Uzayın derinliklerine de gideriz, doktor olup beynin gözle görünmez kıvrımlarına da. Çok büyük icatlar yapabiliriz, kötülükler de. Tam olmasa da iyi kötü herşeyi yapabiliriz. Biri hariç!


Adil olmak...


Taş devrinden bu yana üstesinden gelemiyoruz. Doğamızda yok. Biraz biraz derken, önce kendimizi düşünüyoruz. Milyarda bir doğasına aykırı davrananlar çıkıyor ve biz onları tarihe yazıyoruz. Çok azlar. Yetmediler, yetmezler.


İşte bu yüzden, adil olma dersini çalışıyor iki üç bin yıldır insan.


Deneye yanıla, kimi zaman işin gözünü çıkararak da olsa bugün o sistem var. Adına hukuk deniyor.


Kuralları hemen hemen evrensel. Simgesi bile...


Ülkemizde adliyeye yolu düşmemiş olanımız kalmamıştır. Herkes görmüştür onu. Themis... Bir elinde terazi, bir elinde kılıç gözleri bağlı güzel kadın. Eski Yunan’da tithemi’den türemiş themis, adil, adalet anlamı yüklenmiş. Aslında, o tarihlerde elinde bir asa varmış. Terazi ve kılıcı Rönesans’ta tutmaya başlamış. Terazisi, adaleti dengeli şekilde dağıtmasını, kılıcı adaletin keskinliğini anlatmış. Gözleri ise taraf tutmasın diye bağlanmış.


Yani insan o denli güvenmiyor ki kendine, adalet heykelinin bile gözlerini bağlamış!


Hukuk aslında, ‘Ben adil olamayacağım arkadaş, fıtratımda yok. Benim yerime ve bana rağmen adil ol, vicdanlı ol, beni gözet ama onu da...’ demektir. En gerekli zamanda, katıksız adil olması gereken odur. Biz o yüzden hukuka güveniyoruz, babamızdan fazla. Birinin hakkı yendiğinde kızıyoruz adalete. Kızgınlık, ‘sen bari yapma’ sitemi aslında.


Son zamanlarda ne kadar çok sitem ediyoruz adil davranmayan adalete. Sonra, dönüp yine sadece ona güveniyoruz. Mecburuz. Biz vatandaşız. Bizim topumuz, tüfeğimiz yok. Sadece hukukumuz var bu dünyada. İnsanlar sevip güvendiklerine o yüzden, “o kadar hukukumuz var” diyorlar.


Geçen gün mesela. Öyle öfkelendim ki, ‘bu dünyada senden başka güvenecek neyimiz var, sen bari yapma’ dedim içimden.


Yağmur yağıyordu. Yolcu otobüsü gecenin karanlığında ilerliyordu. Yorgundu. Başını cama dayamış gözleri kapanıyordu. Manisa’yı geçmişler, Akhisar yakınlarındaydılar. Otobüs önce sağa sola yalpaladı panikle açtı gözlerini. Tam o sırada devrildi otobüs, sürüklendi. Bayılmıştı... Kazada onunla birlikte 18 kişi yaralandı, bir kişi yitirdi canını.


Uzun zaman sonra açtı gözlerini. Hastane yatağındaydı. Yakınları koşup gelmişti. Herkes acır gözlerle ona bakıyordu. Anladı, sol kolu omuzundan itibaren yoktu! Aylar sürdü tededavi. Bir kolu protezdi artık. Seyahat firması hakkında dava açtı. Otobüse binerken iki kolum vardı indiğimde tek kolum. Onca tedavi, masraf, protez. Kolumu aldınız, bunları verin dedi ve 154 bin 476 lira maddi tazminat, 26 bin 460 lira da protez kol ve tedavi masrafı istedi.


Önceki gün dava sonuçlandı. Mahkeme kararı şöyleydi: Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne! Maddi tazminat olarak 141 bin 976 lira, protez kol için de 26 bin 460 lira ödenmesine...


Adil olmalı hukuk değil mi, olmuş işte!


O kaza var ya, o kaza yaşandığında kolu kopan insan henüz 15 yaşında bir çocuktu. Dava başladı bir yıl oldu, sonuç yok. Üç yıl oldu, sonuç yok. 10 yıl oldu, sonuç yok. 15. yıl doldu sonuç geldi.


Kolu koptuğunda 15 yaşındaydı. Bu dünyada babamızdan bile çok güvendiğimiz, adil olmasını umduğumuz yerden karar çıktığında artık 30 yaşındaydı.


Themis’in kılıcı başka yerleri de kesip atabiliyor bazen, bu kez 15 yılı mesela. Üstelik, memlekette çoğalıyor son zamanlarda. Kalp gözü de mi bağlı acaba?