Ben AK Partili olsaydım, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizi ve halkı perişan eden hayat pahalılığını kabul ederdim. Ancak bu krizi, Cumhuriyet tarihinin en cesur ekonomik hamlelerinden birinin neden olduğu bir dönüşüm sürecinin, ileride yaratıcı olacak şimdiki yıkıcı etkileri olarak nitelendirirdim. Derdim ki; Türk lirasına bilinçli ve kontrollü bir şekilde tedrici olarak değer kaybettirerek, ihracatta avantaj kazanmayı böylece ihracat sektörünün geliri artırılarak daha büyük yatırımlar yapmalarını sağlamayı hedefliyoruz. Yüksek faiz, düşük kur sarmalında, düşük yatırım yüksek ithalat sonucuna razı olmak istemiyoruz. Evet, bu süreçte maaşlı çalışanların aleyhine gelir dağılımı bozuldu farkındayız ancak bu hamleler uzun vadede herkesin durumunu hiç olmadığı kadar iyileştirecek derdim. Bugünkü tüketimden vazgeçerken, gelecekte çok daha fazla tüketme imkânından bahsederdim. En azından kura dışardan müdahale geldi diyerek Türkiye’yi kendi parasını koruyabilmekten aciz, her isteyenin karıştırabileceği kadar güçsüz göstermezdim.

Ben Ak Partili olsaydım ve bunları söyleseydim bana derlerdi ki; “en azından iktisâdi bir şeyler söyledi dur şuna cevap verelim”. Ve şöyle itiraz ederlerdi bana; güzel kardeşim, birincisi senin başta ihracat malların ithal girdiye bağımlı, tüm malların üretimindeki en önemli girdi olan enerjide de yine dışa bağımlısın. Senin kuru artırman demek ürettiğin ürünün maliyetini de artırman demektir. Bu enflasyonist süreçte mecburen ücretleri de artıracaksın, bu da maliyetlere yukarı yönlü bir baskı oluşturacak. Bugün, bir ay öncesinin kuruna göre hammaddesi, işçiliği maliyetlendirilmiş ve üretiminden pazarlamasına 15 liraya mal edilmiş bir mal yurtdışına 1 dolara yani güncel kur ile 17 liradan satılsa kâr getirir. Ancak aynı malın tekrar üretilmesi için bugünkü kurdan maliyetini hesapladığımızda 1 dolar yani 17 lira satış fiyatı, maliyeti kurtarmayacak. Bunun için tekrar kuru artırmak zorunda kalacaksınız. Bu böyle kendini besleyen bir enflasyon sürecine dönüşecek.

İkincisi, sen ihracatçıyı yüksek kurla korumaya alırsan ihracatçının maliyetleri düşürmek için AR-GE harcaması yapma motivasyonunu yok edersin. Sırtını kura yaslar, çok da uzun sürmeyeceğine inandığı bu süreçte bütçesini AR-GE’ye ayırmaz.  Yabancı ülkelerdeki rakipleriyle yeni teknoloji üreterek değil kur avantajı ile rekabet eder.

Üçüncüsü, yirmi sene boyunca Türkiye gibi bütün gelişmekte olan ülkelere yabancı sermaye adeta oluk oluk aktı. Neoliberal programların sonucunda özelleştirmeler yaşandı. Bu dönemde yapmak zorunda olup yapamadığın yapısal dönüşüm için pandemi sonrasını ve Rusya-Ukrayna Savaşı esnası mı buldun?

Dördüncüsü reel piyasanın çözümleri reel politikalardadır. Para politikası araçlarıyla uzun vadeli program izlenemez. Para politikası araçlarıyla ancak kısa vadeli dalgalanmalar minimize edilir.

Beşincisi ve en önemlisi piyasalar kapandıktan sonra açıklanan kararlar ve yapılan müdahaleler, öngörülmez, riskli yani yatırım yapılması uygun olmayan bir ülke imajı yarattı. Birilerinin içerden haber alarak kur farkından para kazandığı şüpheleri doğdu. Böyle bir ekonomide yatırımcı üretmeye değil reel değerini muhafaza edeceğini öngördüğü gayrimenkule veya çeşitli mallara yönelir. Yatırımcı maliyetini veya satış fiyatını hangi kura göre hesaplayıp da üretime yatırım yapsın?

Derlerdi...

Ancak ben AK Partili değil de gemiyi ilk terk edecek Akepelilerden olsaydım derdim ki, hayat pahalılığı yok, herkesin cep telefonu var, şükredin, bugün Almanya bize özeniyor, doları dış mihraklar artırdı, enflasyon tüm dünyada çok daha fazla var... Derdim...

O zaman bana derlerdi ki... hiçbir şey diyemezlerdi! Allah ıslah etsin, derlerdi. Belki memleketin sorunlarını kendine dert edinen biri, karşısında muhatap bulamadığından Ak Partili olsam ne düşünürdüm deyip yazardı, sonra da kendine cevap verirdi.

Dünyevi işlerde kılavuzunuz bilim olsun, iyi haftalar...