İki gündür Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretiyle ilgili yazılıp çizilenleri okuyorum.

İktidar medyası,

- Sanki Cemal Kaşıkçı İstanbul’da vahşice katledilmemiş,

- Sanki cesedi Suudi Prens Selman tarafından gönderilen ölüm timi tarafından buhar edilmemiş,

- Sanki Tayyip Erdoğan, Prens Selman’ı cinayetin baş sorumlusu ilan etmemiş,

- Sanki hepsi birden Kaşıkçı cinayeti üzerinden iktidara bir mağduriyet hikayesi çıkarmamış gibi davranıyor.

Anlaşılan,

- Suudi Arabistan’la beyaz bir sayfa açılması,

- Cemal Kaşıkçı’nın kanının o sayfanın altına süpürülmesi

- Yeni sayfanın üzerine konulacak dolarlara riyallere odaklanılması isteniyor.

Yoksa neden böyle bir sessizliğe gömülsünler ki?

Sorulmadığı kesin ama ben merak ediyorum:

Uçaktaki gazetecilerden herhangi birinin aklından şu soruyu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a sormak geçti mi?

“Veliaht Prens M. B. Selman’ı Kaşıkçı Cinayetinin azmettiricisi ilan etmiş, dünyayı Suudi Arabistan’dan gelecek dolarlara riyallere bakmadan bu cinayete karşı tavır almaya çağırmıştınız. Şimdi neden böyle hararetle sarıldınız kendisine? Fikriniz mi değişti?”

Sorulabilseydi acaba ne cevap verirdi Sayın Cumhurbaşkanı?

Mesela “Dün dündür bugün bugündür” mü derdi?

Ya da ne bileyim “Ülkemizin çıkarları her şeyin üzerindedir. Ekonomimizin Suudi riyallerine dolarlarına ihtiyacı vardı. Bu yüzden o kanlı cinayeti geçmişte bırakmamız gerekti” mi olurdu yanıtı?

★★★

Yanıtı ne olursa olsun, mutlaka vicdanlı insanları rahatsız eder, “değer miydi” sorusunu sordurturdu.

Gelin vazgeçelim bu önemli soruya yanıt aramaktan ve geçmişten muhteşem bir anekdotla Türkiye’nin dış politikada nereden nereye geldiğini görelim: (Türkiye’nin son dönemlerde yetiştirdiği en başarılı diplomatlardan olan, buna rağmen AK Parti’nin gazabına uğrayıp genç yaşta emekli olmak zorunda kalan Büyükelçi Namık Tan’ın Yetkin Report’taki (yetkinreport.com) yazısından alıntıdır)

“Türkiye o dönemde, 1952’de girdiği NATO’daki müttefikleri ABD ve İngiltere ile eşgüdüm içinde, kurulması tasarlanan bir Orta Doğu Savunma Paktına girmelerini sağlamak üzere bazı Arap ülkelerini ikna etmek için gayret göstermekteydi. Türkiye, bu amaçla Cumhuriyet döneminde özel ilgi göstermediği Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştı. Ancak, başta Mısır olmak üzere birtakım Arap ülkeleri Türkiye’nin Arap dünyasına ulaşma çabalarını Osmanlı’yı yeniden diriltme girişimi olarak algılamakta ve bundan rahatsızlık duymaktaydı. Özellikle, Mısır rahatsızlığını, üst düzeyli açıklamalarla devamlı dile getirmekten ve Arap kamuoyuna yansıtmaktan da çekinmiyordu.

Nitekim, Başbakan Menderes, Mısır’ın söz konusu rahatsızlığını (Irak Başbakanı Nuri) Said’in dikkatine getirerek, onun görüşünü sorduğunda Said’in, mealen; ‘Arap dünyasında her zaman bir çekişme vardır. Kendi aramızda devamlı kavga ederiz. Siz bizim dünyamızda kime yakınlaşırsanız, bir diğerini küstürürsünüz. Siz, bir cami gibi olsanız ve bizlere bulaşmasanız çok daha iyi olur. Unutmayın, cami kula gitmez, kul camiye gider’ dediği söylenir.”


★★★

Erdoğan ve kabinesi de kötüleşen ekonomi nedeniyle Kaşıkçı cinayetinin baş sorumlusu Prens Selman’ın ülkesi Suudi Arabistan’a gitmek zorunda kaldı.

Nuri Said’in 1950’lerde “biz size geliriz” diye seslendiği Türkiye 2022’de işte bu halde.

Emin olun, Türkiye heyetinin umre fotoğraflarıyla taçlanan Suudi Arabistan ziyareti, gözümüze sokularak işlenen kanlı bir cinayetin hikayesinin finali olarak Türkiye tarihine geçecektir.

Prens Selman, o fotoğraflara bakarken, kuş sütünü eksik etmediği ev sahipliğiyle Türkiye’yi yönetenlere Kaşıkçı cinayetini nasıl unutturduğunu düşünüp, içten içe gülecektir.

Bizim gelecek nesiller ise on yıllar boyunca 3-5 milyar dolar için böyle bir vicdansızlığa nasıl imza atıldığını sorup duracaktır birbirlerine.

Bize bayram yaşatmasalar da iyi bayramlar Türkiye!

Her şey gönlünüzce olsun.