Haftaya “maaşa zam, enflasyona devam” diyerek girdik. Keşke “maaşa yürü, enflasyona dur” denebilseydi. Enflasyon (yüzde kaç olduğu tartışmasına girmeden yazıyorum) geçmişe ait bir orandır. Son bir yılda (365 gün öncesine göre) fiyatlar genel düzeyindeki artıştır. Yani sürücünün dikiz aynasından gördüğüdür. Yanlış veya doğru belli bir hesaba dayanır ve bellidir. Maaş zammı ise geleceğe ait bir sayıdır. Yani sürücünün ön camdan göreceğidir. Ancak zammın ne kadar süreyi kapsadığı belli değildir. Enflasyonun düşük olduğu yıllarda bu süre “1” yıldır. Yüksek seyrettiği senelerde ise genellikle “6” aydır. Daha da kısa olabilir. Hatta yaşanacak enflasyon belli bir oranı geçerse, otomatikman yeni zam devreye girer şartına bağlı olarak da yürürlüğe konabilir. Enflasyon ile maaş zamları “kedinin kuyruğunu kovalamasına” benzer. Çünkü talep kaynaklı enflasyon ortamında “enflasyon kadar zam, zam kadar enflasyon” demektir. Buna “ücret fiyat sarmalı” (wage price spiral) denir. Bu, bir pandülün, önce sağa, aldığı enerjiyle sonra sola sallanmasına benzer. Sürtünme yüzünden enerji kaybı olmazsa, bu sallanma sonsuza kadar sürer. Bu “ücret-fiyat” kısır döngüsüne engel olmak için, maaş zamları “geçmiş değil, gelecek enflasyona” göre yapılmalıdır, denir.

ARZ AÇIĞINDAN DOĞAN ENFLASYON

İktisatçılar, enflasyon niçin yükseliyor sorusuna “talebin aşırı artışından” diye cevap verir(di). Talep neden “aşırı” artıyor sualini de “ekonomi bollaşan parayla kapasitesi üstünde büyümeye çalışıyor” şeklinde yanıtlarlar(dı). Enflasyonu durdurmanın çaresi de  merkez bankasının parayı sıkmasıdır (nominal faizi artırması/hatta reel faiz vermesi) derler(di). Onlara göre bu iş bu kadar basittir. Cari açığı olmayan veya parası döviz olan ülkelerde bu açıklama genelde doğrudur. Ancak o ülkelerde dahi bugünlerde talep fazlasından değil “arz açığından” kaynaklanan bir enflasyon yaşanmaktadır. Almanya gibi “sıkı paracı” bir ülkede, eğer TÜFE %8’e, ÜFE %34’e dayanmışsa, bunun düşük faizle bir ilgisi olamaz. Ülkemizde de neredeyse kontrolden çıkmış enflasyonun bir sebebi de bu küresel arz açığıdır. Yani enerji, hammadde ve gıda maddesi fiyatlarının dolar cinsinden anormal artışlarıdır. Ama bizim sorunumuz bir değil, ikidir. Esas sebep Türkiye’nin Osmanlı’dan beri cari açıkla (el parasıyla) büyümeye çalışması ve bu yüzden TL’nin bir türlü gerçek para olamamasıdır.

ENFLASYONLA MÜCADELEDE YENİ HİKAYE

Türkiye, cari açık vermeden ekonomisini yönetmeyi başaramadıkça enflasyonu kalıcı olarak düşüremez. Bunu herkes iyi bellesin. Öyle; yükselt faizi, gelsin sıcak para; dolar düşsün bak nasıl duruyor enflasyon muhabbeti artık bitmelidir. AKP iktidardan inince, yöneticilerin inanılmaz müsrifliği, alayiş yatırımları, yandaş kollama ihaleleriyle devleti soyma özgürlüğü sona erecektir. İnşallah! Bunlar olsa da “cari açık” sürecekse, enflasyon da ine-çıka sürer gider. Türkiye’nin enflasyonla mücadelede “yeni hikâyesi” sadece faiz artırmak değil, cari açık vermeden büyüme olmak zorundadır. Eğer bu “perhizde” kararlı isek, buna da başta IMF olmak üzere dünya finans çevrelerini inandırabilirsek, hem dış borç faiz yükümüz düşer hem de enflasyonu kalıcı olarak indirebiliriz.

Son söz: Nefsine hakim olamayana, başkası hakim olur.