Yıl, 1960. Ağus­tos ayı...

Yer, Moskova...

Gazeteciler Ömer Sami Coşar ve Orhan Kara­veli ile edebiyat tarihçisi akademisyen Fahir İz gibi isimler Türk edebiyatı kong­resi için bu şehirdeydi...

Sürgündeki Nazım Hikmet hastaydı. Yine de Türkiye’den gelen misafir­leri görmek için şiir dinleti­sine gitti. Bir şiirini -dün­yanın dört yanında olduğu gibi- yine Türkçe okudu...

Türk misafirleriyle sohbetlerinde Nazım Hikmet’in dikkatini konuk­ların parmakları çekti! Hiçbirinin parmağında al­yans olmadığını görünce, “Hayrola artık Türki­yem’de alyans takılmı­yor mu?” diye sordu.

Anlattılar:

-“27 Mayıs askeri müda­halesinden sonra 8 Hazi­ran 1960’da ‘Hazine’ye yardım, paranın değe­rini arttırma’ için İstan­bul 1. Zırhlı Tugay men­supları ve eşleri Alyans Bağış Kampanyası baş­lattı. Vatandaşlar devlet bütçesine katkı için yardım seferberliğine katıldı. Biz de alyansımızı bağışla­dık...”

Nazım Hikmet, geçen yıl Vera Tulyakova ile ev­lenmişti. Parmağındaki alyansı çıkarıp Fahir İz’e uzattı.

Fahir İz, gümrükten geçerken alyanssız geçtik­lerini, dönerken bir al­yansla dönemeyeceklerini söyledi...

Bunu neden yazdığıma geleceğim; önce bazı bilgi­ler vermeliyim:

DÜNÜ BİLMEK


Kaime, ilk Osmanlı banknotu/ kağıt parası.

Osmanlı, 1840 yılında Kaime’nin çıkarılmasıy­la da başına “bela” aldı; bugün yaşadıklarımızın ay­nını dün yaşadı! En başta verilen faiz hep tartışma konusu oldu. Enflasyon-pa­halılık gibi Kaime’nin sebep olduğu detaylara girmeyeyim...

Faiz yükünden kurtulmak için Kaime’nin ortadan kaldırılması gündeme getirildi. Sultan Abdülme­cit kurmaylarını mabeyne çağırdı. Sadrazam, Şey­hülislam, nazırlar zorunlu yardım/ iane-i umumiy­ye çıkarılmasına karar verdi.

İanenin toplanmasına ilk olarak İstanbul’daki memurlardan başlandı. İa­neler peyderpey Hazine’ye geldikçe Kaime piyasada çekilip yakıldı. Bu süreç 1862 yılına kadar sürdü. Yani: Devletin yanlış iktisat programının zararı çalışan­lara ödettirildi. Bitmedi.

Sultan Abdülaziz’e darbe yapıldı. Beşinci Mu­rat aklını kaybetti. İkinci Abdülhamit iktidara geldi. Ve Osmanlı, ağır ekono­mik krizden çıkabilmek için 1876’da ikinci kez Kaime basmaya başladı. Bu kez banknottan sorumlu kurum, İngiliz-Fransız or­taklı Osmanlı Banka­sı idi. Üç milyon liralık Kaime emisyonuna karar verdiler. Kısa zamanda rakam 16 milyona çıktı...

Bu ekonomik prog­ram da yürümedi. Kaime kaldırıldı. Bu kez halktan -savaşlar bahanesiyle- gö­nüllü yardım toplandı: İa­ne-i harbiye...

Bitmedi.

Osmanlı, aynî ve nakdi ihtiyaçları için üçüncü Kaime uygulamasını Birinci Dünya Savaşı’nda hayata geçirdi. Ardından yine halka gidildi; iane-i cihadiye adıyla zorunlu bağış toplandı...

Ne demek istediğime geleyim:

KIRIP DÖKMEDEN


Okul müfredatların­da Osmanlının çöküşü salt savaşlar üzerinden anlatılıyor. Ekonomi-ik­tisat tarihçiliği öğrenim müfredatlarında yok. Eko­nomi tarihi yazılımı da çok eksik ülkemizde...

Bu nedenle Kai­me’nin yıkıcı etkisi hep atlandı. Oysa. Osmanlı’nın çöküş sebebinin başında gelir bu iktisat programı!

Kaime’nin yol açtığı telafisi en zor kayıplardan biri, halkın devlete olan güveninin yok olmasıy­dı.

Kemalist Cumhuriyet’in ilk mücadele alanlarından biri de tam bağımsız iktisat yaratarak halkın devlete olan inancını kazanmak­tı. Örneğin: Kaime’ye 1927 yılında son verdi.

Sürgündeki Nazım Hikmet’in devlete yardım için alyansını vermek iste­mesinin derin anlamı yok mu? Bu soruyu yöneltme­min sebebi var:

Erdoğan’ın/AKP’nin iktisat politikası kuşkusuz tartışılsın. Karşıt fikir zenginliktir.

Ve fakat:

Kimileri istiyor ki; iktidar gitsin de isterse devlet çöksün!

Bakınız: Ekonomi prog­ramı başarısız olan her hükümet gidicidir. Zaten iktidarlar gelip geçicidir, kalıcı olan millettir...

Bir devleti kurmak için bin sene ister, yıkmak için bir saat yeter. Erdo­ğan gitsin diye devleti çö­kertmeyin! Bu gök kubbe çökerse hepimiz altında kalırız. Kimsenin maaşının, gelirinin kesilmesi veya en hafifiyle alyans bağışında bulunmaması vb. için sa­kinleşmeye, sağduyuya ihtiyacımız var.

Sosyal medyada yazıp çizerek devlete-ülkeye olan güveni yok etmeyi­niz.

Haklı bile olsanız; ekono­miyi sürekli kötülemenin, her adımı aşağılamanın, toplumda güvensizlik yaratmanın kime faydası var?

Günümüzde siyase­tin salt çatışma ekse­ninde olmasıdır bunun sebebi... Sadece kendi mahallesinin haklılığı üzerinden yapılan yüzeysel tartışmalar insanı-toplu­mu sertleştiriyor.

Sahi, kırıp dökmeden konuşabilmek-yazabilmek mümkün değil mi?

Dostoyevski ne yazdı:

Sağduyu etkisiz kaldığın­da şeytan yardıma koşar.