İstanbul.

Yine böyle sıcak bir yaz günüydü.

Kurban Bayramı’ydı.

Ayşegül...

Hemşireydi.

23 yaşındaydı.

Herkes ailesiyle bayram neşesi yaşarken, o 24 saatlik nöbetten çıkmıştı, yorgunluktan bitkin haldeydi, hastaneden evine gidiyordu.

Belediye otobüsüne bindi.

Aniden... Arka taraflarda oturan bir yobaz maganda “şort giyenler ölmeli” diye bağırarak saldırdı, tavandaki tutunma demirinden destek alarak sıçradı, Ayşegül’ün suratına tekme attı.

Ayşegül yaralandı, bayıldı.

Şoför durdu, kapıları açtı.

“Böylelerinin kafasını koparmak lazım” diye nara atan saldırgan, kaçtı.

Otobüs doluydu ama... Ne polis çağırıldı, ne ambulans çağırıldı, ne saldırgana müdahale ettiler, ne de Ayşegül’e yardım ettiler.

Armut gibi seyrettiler.

Ayşegül kendine gelince ağlaya ağlaya indi, bir başka otobüsle evine gitti, yüzü morarmıştı, çene altında açılma vardı.

Babası tarafından önce hastaneye götürüldü, sonra karakola, şikayetçi oldu.

Yobaz magandayı anca altı gün sonra yakaladılar.

Özel güvenlik görevlisiydi iyi mi!

Güya insanları korumakla görevliydi ama, sırf şort giyiyor diye gencecik bir kıza saldıracak kadar nefret doluydu.

Üstelik... Üç defa akıl hastanesine yatmış olmasına rağmen, özel güvenlik görevlisi olmak için sağlık raporu alabilmişti!

Üstelik... Silah taşıma ruhsatı vardı!

Otobüsün içindeki kameranın kayıtlarına bakıldı, görüntüler gayet netti, durup dururken tutunma demirinden sıçrayarak Ayşegül’ün suratına tekme atıyor, kaçıyordu.

Adliyeye getirildi.

“Basit yaralama” kabul edildi.

Serbest bırakıldı.

Gazetecilere sırıta sırıta çıktı.

“Arkadaşlar her şey kontrol altında, sıkıntı yok, gerekli izahatları yapacağım, her şey İslam hukukuna göre oldu, devlet böyle giyinenlere ceza vermiyorsa, ben veririm” dedi, yürüdü gitti.

Ortalık ayağa kalktı...

Sosyal medyada milyonlarca kez paylaşım yapıldı, dünya basını bile haber yaptı, bu toplumsal baskı üzerine sayın hükümetimiz lütfedip devreye girdi, saldırgan yeniden gözaltına alındı, yeniden adliyeye getirildi, tutuklandı.

9 yıl 4 ay hapis cezasıyla yargılandı.

Sadece bir ay yattı!

İlk duruşmada tutuksuz yargılanmasına karar verildi, tahliye edildi.

Gazetecilere sırıta sırıta çıktı.

“Arkadaşlar her şey kontrol altında, ortama uygun giyinmediği için bu hareketi yaptım, kadının örtüsü olması gerekir, aksi halde insanları suça teşvik eder” dedi, utanmadan mağduru oynadı, “hapishanedeyken vandalların saldırısına uğradım, 20 tane solcu terörist bana saldırdı” dedi, yürüdü gitti.

Ortalık yine ayağa kalktı...

Yeniden gözaltına alındı, yeniden adliyeye götürüldü, yeniden tutuklandı, akli dengesi bozuk ayağına yattı, “bana cinler musallat oldu, hocaefendiye gittim, içine cin kaçmış dedi, kendi kendime konuşuyorum, mesai arkadaşlarıma da sorabilirsiniz” dedi.

Yine tahliye edildi!

Yine sırıta sırıta çıktı gitti.

Ortalık yine ayağa kalktı...

Yılan hikayesine dönen tutuksuz yargılama, bir yıl sürdü.

Alt sınırdan ceza tayin edildi.

“İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme, kasten yaralama ve hakaret” suçlarından 3 yıl 10 ay verildi.

Saldırgan bu kararı beğenmedi.

İstinaf mahkemesine taşıdı.

Haklı bulundu!

Cezası daha da indirildi.

2 yıla düşürüldü.

Yırttı.



Ayşegül hemşire, Türkiye’nin iki kanayan yarasının ortak paydasıydı.

Hem kadına şiddetti.

Hem mesleği itibariyle sağlıkta şiddet olaylarını gündeme getirdi.



Ayşegül hemşire vesilesiyle, toplumsal farkındalık arttı, asrın liderimizden sağlık bakanımıza, aile bakanımızdan içişleri bakanımıza kadar sayın yetkililerimizin hepsi peşpeşe açıklamalar yaptılar, kadına yönelik şiddeti ve sağlıkta şiddeti önlemek için sözler verdiler, cezaları arttıran yasalar çıkaracaklarını söylediler.



Netice?



Kadına yönelik şiddeti önleme konusunda en ufak bir adım atmadıkları gibi, tam tersine, İstanbul Sözleşmesi’ni feshettiler.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesini protesto yürüyüşü yapan kadınlara bibergazı sıktılar.

25 Kasım’da Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlara bibergazı sıktılar.

8 Mart’ta Dünya Kadınlar Günü’nde kadınlara bibergazı sıktılar.



Yine bir Kurban Bayramı arefesi.

Hekim öldürüldü, öldüren yine güvenlik görevlisi.

Sosya medya hesaplarına şöyle bir bakmak, kafadan kontak olduğunu görmeye yetiyor, “jandarma peşimde, hakkımda vur emri var” diye yazmış, “beni yakalasalar asacaklar” diye yazmış, “diyar diyar gezip baş kesen celladım” diye yazmış.

Bu ruh hastası, güvenlik görevlisi olmak için sağlık raporu alabilmiş.

Üstelik... Hekimleri ve hastaları korusun diye, hastanede güvenlik görevlisi yapılmış!

Üstelik... Silah taşıma ruhsatı verilmiş!

Hekimi o ruhsatlı silahıyla öldürdü.



Ve, hekimin öldürülmesini protesto etmek için yürüyüş yapan hekimlere, bibergazı sıktılar.



Bana sorarsanız...

Şiddeti protesto edenlere şiddet gösteren zihniyeti, tıp biliminin hiçbir branşı tedavi edemez.



Ama yine de şükretmemiz gerekiyor.

Ayşegül hemşirenin suratına tekme atan özel güvenlik görevlisini, ödüllendirmek için polis yapmadıklarına dua etmek lazım!