2010 yılıydı. Türk tipi başkanlık sistemi tartışılıyor, istemeyenlere ‘hain’ gözüyle bakılıyordu!

23 Nisan geldi sonra. Başbakan Erdoğan çocukları kabul etti, “Ben artık yoruldum. Koltuğumu başbakana bırakıyorum” diyerek 4. sınıf öğrencisi Elgin Koçubaba’ya koltuğu devretti. Elgin akıllı ve saygılıydı. Erdoğan’a, “Konuşmama başlayayım mı” diye sordu. Erdoğan ders verdi küçük kıza: “Yetki senin. Asarsın kesersin, her şey sende!”

Herkes güldü!

Elgin akıllıydı, gayet güzel konuştu. Bir gazeteci, “Başkanlık sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz sayın Başbakanım?” diye gülerek sordu ona.

Ağlanacak halimize aldırmadan millet olarak sırıtarak baktık televizyon ekranında konuşana. 23 Nisan başbakanıydı işte, he he he... Büyüyüp genç bir kız olurken memleketimizin ne hale geleceğini hiç düşünmedik!

Dedikleri bir kulağımızdan girip öbüründen çıkarken; o, insan sezgisiyle şu yanıtı veriyordu: “Olağan sistem başkanlık sistemine göre daha iyi! Bu konuda sayın Başbakan Erdoğan’a katılmıyorum! Başkanlık sisteminin gelmesini istemiyorum! Ulu önder Atatürk ülkemiz için Cumhuriyet’i uygun gördü!”

Aradan kaç yıl geçmiş?

11 yıl...

Türk tipi başkanlık sistemi geldi, başımız göğe erdi!

Dünya bizi parmakla gösterip, “Aman ha, Türkiye gibi olmayalım” demeye başladı!

Ekonomi süper, başta Katar ve Araplar bizden borç almak için sıraya girdi, milyonların refahı İsviçre düzeyinde, dış ilişkiler mükemmel, iç siyasette barış ve huzur ortamı var, hazinenin ve hazine bakanının durumu ışıl ışıl, Japonlar’dan sonra dünyanın en çok gezen emeklileri bizimkiler, ‘süper buluş’ cebimizden beş kuruş ödemeden sahip olduğumuz köprüler, yollar, tüneller, teyyare meydanları, dev hastaneler var ve dünyanın birinci değilse bile ikinci en özgür ülkesi olduk!

Özgürlükte mesela, tarihe geçecek örnekler yaşanıyor bu aralar.

* Cuma namazını Üsküdar’daki Çamlıca Camii’nde huşu içinde kılan Cumhurbaşkanı mihraba gitti, hocadan mikrofonu aldı ve “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” dedi.

Böylelikle bir zamanlar ‘sanatçı desteğini iki cihanda’ kendisinden esirgemeyen fakat şimdi ‘istenmeyen sanatçı’ ilan edilen minik serçe Sezen Aksu’ya ‘Şahane Bir Şey Yaşamak’ şarkısından ötürü haddini bildirdi!

* Gazeteci Sedef Kabaş TELE1 televizyonunda programa katıldı, konuştu. Saat 02:00’de evinin kapısına polis dayandı, gözaltına alandı.

* Kılıçdaroğlu Zonguldak’a gitmişti. Esnaf ziyareti yapıyordu. Karşı binadaki dersanenin öğrencileri kendisini davet etti. Kırmadı gençleri, gitti. Kısa süre sohbet edip birlikte fotoğraf çektirdiler.

Milli Eğitim bakanı tarafından bakanlığın kapısına kilit vurularak alınmayan Kılıçdaroğlu’na nasıl olur da bir dersanenin kapısı açılabilirdi! Milli Eğitim müdürü dersaneye acil koduyla yazı gönderdi, “Kılıçdaroğlu kendisi mi geldi yoksa davet mi edildi” diye sordu, savunma istedi!

***

Minik Serçe’nin 2009’da Başbakan Erdoğan’a telefon edip, “Demokratikleşme açılımınızı ailecek destekliyoruz. Bu sürecin karşısında duranları iki cihanda lekeli kabul ediyorum” demesinden bir yıl sonra, 23 Nisan günü Elgin henüz 10 yaşındaydı!

Ve sanki olacakları görmüş gibi yanında oturan ‘her şeyin başkanı’ olmak isteyen Başbakan’a şunu dedi: Ulu önder Atatürk ülkemiz için Cumhuriyeti uygun gördü. Başkanlık sistemini istemiyorum!

Camide ‘dil koparma’ hadisesine neden olan şarkıyı Sezen Aksu 2017’de yapmış. Madem konu dille ilgili, Minik Serçe’nin 12 Eylül darbesinden bir ay önce çıkardığı albümü, Sevgilerimle var. Albümde bir şarkı var ki, ‘araları bir iyi bir kötü olan Erdoğan ile Minik Serçe’nin durumuna da, memleketimizin haline de cuk oturuyor...

Karşımdasın ilk kez yıllardan sonra... diye başlayıp; Dilimin ucunda kelimeler/ Bir türlü söyleyemiyorum/ Dilimin ucunda kelimeler/ Nerden başlasam bilmiyorum... diye sürüp gidiyor!

Evet, dilimizin ucuna kadar geliyor neler neler de atı alan Üsküdar’ı geçti! Keşke, Sezen Aksu yerine ilkokul öğrencisi Elgin’i dinleseydik 11 yıl önce.