İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Özlale, ekonomiye dair öngörülerini SÖZCÜ'ye değerlendirdi:

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim kazanmak için ekonominin geleceğini büyük riske attığını vurgulayan Ümit Özlale, "Erdoğan'ın ekonomi bilgisi sınırlı. Bu sebeple 'her şeyi bilirim' inadını bırakıp bu işi bilen bir kadroya vermesi gerek. Kısa zamanda enflasyonun düştüğünü, piyasanın toparlandığını görürüz" dedi.

[caption id="attachment_7703067" align="alignnone" width="1200"] Ümit Özlale, lisans eğitimini ODTÜ İktisat Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Boston College’da tamamlayarak 2001 yılında Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlamış, 2006 yılında doçent, 2011 yılında profesör ünvanı almıştır. Akademik çalışma-larının yanında T.C. Merkez Bankası Ekonomik Araştırmalar ve Para Politikası Genel Müdürlüğü’nde danışman olarak çalışmış, Maliye Bakanlığı ve Dünya Bankası ile projeler yürütmüştür. 2020 Eylül ayında katıldığı İYİ Parti’de 2023 seçiminde de milletvekili seçilmiştir ve Kalkınma Politikaları Genel Başkan Yardımcılığı görevi devam etmektedir. Özlale TÜBİTAK tarafından 40 yaşın altındaki üstün başarılı bilim insanlarına verilen Teşvik Ödülü’nün sahibidir. [/caption]

Türkiye ekonomisinin kriz içinde olduğu, yüksek enflasyonun yani hayat pahalılığının her geçen gün arttığı, başta gıda olmak üzere ürün fiyatlarının kontrol edilemediği seçimler öncesinde de yaşanıyor, biliniyordu. Yerli ekonomistlerimiz, yabancı finans ve yatırım uzmanları, bankalar “Bu iktidar yeniden seçilirse ve uyguladığı politikaları değiştirmemekte ısrar ederse Türk Lirası’nın değer kaybı ve enflasyon durdurulamaz, Türkiye normal bir ekonomik krizin ötesinde bir buhran yaşayabilir, yabancı yatırımcılar gelmemeye devam eder” diyorlardı ama seçim sonucunda mevcut iktidar yerinde kaldı. Acaba bundan sonra yakın gelecekte vatandaşlar nasıl bir ekonomik tabloyla karşılaşacaklar, beklenen zamlar yapılabilecek mi, bunları ve merak edilen birçok soruyu deneyimli, başarılı bir ekonomistle; İyi Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Sayın Ümit Özlale ile konuştum.

SEÇİM KAZANILDI AMA ENKAZ BÜYÜDÜ!

■ Sayın Özlale, seçimden önce de ekonomistler, yabancı finans kuruluşları, bankalar; “Ekonomi o kadar kötü ki kim kazanırsa kazansın bunu düzeltmek çok zor. Bu kez gerçekten enkaz halinde” diyorlardı, şimdi enflasyonun da 3 haneyi göreceği söyleniyor, iş dünyası bankaların kredi vermemesinden de şikayet ediyor. Sizce bu enkazın altından kısa sürede kalkılabilir mi?

Bu enkazın altından kalkabilmeleri için yeni bir ekonomi politikası oluşturmaları gerekiyor, bu politikalarla bu enkazın altından kalkamayacakları kesin. Çok sık sorulan sorulardan biri “Neden tencere iktidarı götüremedi”, çünkü son 6 ayda çok ciddi bir seçim ekonomisi izlendi. Son açıklanan milli gelir verilerine baktığımız zaman insanlar gelecekte yapmak istedikleri harcamaları şimdi yaptılar, kamu kaynakları sonuna kadar açıldı, hiç tutulması mümkün olmayan vaatler verildi, bu seçim ekonomisiyle seçim de kazanıldı. Fakat bu enkazı biraz daha büyüttü, yani seçim sonrası karşılaşacağımız tablo seçim öncesi verilen vaatler, izlenen politikalar yoluyla daha da olumsuzlaştı. Bu iş buradan düzelir mi, ben bu ülkenin bir vatandaşı, bir vatanseveri olarak İnşallah düzelir diyorum. Fakat bunun düzelmesi için bir an önce izlenen yanlışlardan dönülmesi, yeni bir ekonomi bürokrasisiyle, yeni bir ekonomi anlayışıyla, piyasada güven veren bir kadroyla çalışma yapılması gerekiyor.

YABANCI YATIRIMCILAR KAÇTI, YERLİ YATIRIMCI YATIRIMINI ERTELEDİ!  

■ İş dünyası, enflasyon düşürülmezse, ekonomik stabilite sağlanmazsa işler daha da kötüye gidecek, yabancı yatırımcı oranı zaten azaldı, daha da azalacak diyor. Bu ekonomide nasıl bir sonuç yaratacak?

Bunu şöyle görmek gerekiyor; hem yabancı yatırımcı ama daha da önemlisi olan Türk yatırımcının yani bu ülkenin yatırımcısının güven duyduğu bir programın inşa edilmesi gerekiyor. Evet, yabancı yatırımcı bizim için önemli çünkü Türkiye’deki tasarruflar yatırımları finanse etmeye yetmiyor, fakat sadece yabancı yatırımcının değil, Türk yatırımcının da bu ülkeden ümidini kesmemesi, bu ülkede üretime, istihdama devam etmesi gerekiyor. O yüzden de hem Türk hem de yabancı yatırımcının yeniden bu ülkeye güven duyması için bu ekonomi anlayışının, bu ekonomi “modelinin” bir an önce bırakılması gerekiyor. Son 1-1.5 sene içinde yapılan yanlışlar daha fazla arttığı için hiç güven vermeyen bir politika, hiç güven vermeyen bir ekonomi bürokrasisi tarafından uygulandığı için yabancı yatırımcılar hisse senedi piyasasından kaçtı, hizmet sektöründen kaçtı, üretimden kaçtı ama aynı zamanda bir şey daha gördük biz; Türk yatırımcılar da yatırımlarını erteledi, çünkü hepimiz biliyoruz ki ekonominin patronu güvendir, siz o güveni sağlayan bir kadro, o güveni sağlayacak bir program oluşturmazsanız hem yabancı, hem de yerli yatırımcı size sırtını döner.

İŞ ADAMLARI KREDİ İÇİN BAŞVURDUĞUNDA HER GEÇEN GÜN ARTAN FAİZLERLE KARŞILAŞIYOR!

■ Son haberlere göre fırıncılar ekmeği de 20 gram büyütüp 10 lira yapacaklarmış. Biz tüketici olarak fark ediyoruz, ürünlerin paketi küçülüyor ama fiyatı artıyor. TÜİK Mayıs’ta yoksulluk sınırının 34 bin lira, açlık sınırının 10 bin 362 lira olduğunu açıkladı, milyonlarca insan yoksullaştı, Erdoğan düşük faizde ısrar ediyor,  dolar artıkça yoksulluk da artıyor. Türkiye girdiği bu çıkmazdan nasıl kurtulacak?

Faiz politikasıyla ilgili şunu söylemek lazım; Sayın Erdoğan devamlı Merkez Bankası’nın politika faizine dikkat çekiyor; “bakın faizi düşürdüm” diyor ama piyasadaki faizlerin giderek yükseldiğini görüyorsunuz. Bir iş adamı olarak, bir iş insanı olarak kredi için bankaya başvurduğunuzda her geçen gün daha da artan banka faizleriyle karşılaşıyorsunuz, üstelik bankalar size o açıkladıkları faizden de kredi vermek istemiyorlar. İlk önce oradaki aksaklıkların düzeltilmesi lazım. Yani, enflasyon düştükten sonra bankacılık sisteminin doğru bir faiz politikasıyla işini görüyor olması lazım.

TÜRKİYE’DEKİ TEMEL PROBLEMİN ERDOĞAN’IN “HER ŞEYİ BİLİRİM”  İNADI

■ Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim öncesi inatla “doğru faiz politikası” dediğiniz uygulamayı inatla yapmadı, şimdi neden yapsın?

Şu anda yolun sonu göründüğü için yapmak isteyebilir, şimdi ekonominin başına Hazine ve Maliye Bakanı olarak Sayın Mehmet Şimşek’in geçeceği söyleniyor, ekonominin başına daha güvenilir, daha akla ve bilime inanan bir bakan geçerse mutlaka Merkez Bankası başkanını da o çerçevede belirlemek isteyecektir. O zamanda biz Sayın Erdoğan’ın ısrarla sürdürmekte olduğu “düşük Merkez Bankası politika faizi” inadından vazgeçeriz. Erdoğan’ın ekonomi bilgisi de sınırlı olduğu için şöyle bir şey söylüyor; “Ben politika faizini yüzde 8’lere düşürdüm, bakın faizler düştü, ekonomi de rahatladı”. Hayır, faizler düşmedi, herhangi bir ekonomide bir faiz yoktur, birden fazla faiz vardır, siz Merkez Bankası faizini düşürdüğünüz zaman piyasadaki faizleri düşürmüyorsunuz, piyasadaki faizler tam tersine artıyor olabiliyor, enflasyon yarattığından dolayı. O bakımdan ben Sayın Erdoğan’ın inadı bırakıp bu işi bilen bir kadroya vermesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’deki temel problemin Sayın Erdoğan’ın “Her şeyi bilirim” inadı ve bu inadı hayata geçirmesinde rol oynayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olduğunu düşünüyorum.

ŞİMŞEK GİBİ BAKANLAR BAŞA GELSE BİLE KISA SÜREDE AYRILIRLAR! 

Erdoğan bu inadından vazgeçerse ve bu işi bilen insanlara bırakırsa kısa zamanda enflasyonun düştüğünü ve piyasanın biraz daha toparlanabileceğini görürüz, yok Sayın Erdoğan ekonomiye karışmaya devam ederse ya Sayın Şimşek gibi bakanlar başa gelmezler, ya da başa geldiklerinde işlerini yapamadıkları için kısa sürede ayrılırlar, geçmişte bunun örneklerini gördük. Ya da biz biraz daha böyle devam ederiz ama ondan sonra tam gaz duvara çarparız.

Enflasyonla ilgili bir şey daha söyleyeyim, bu çok sık gördüğümüz bir şeydir; fiyat artmaz ama kalite düşer, fiyat artmaz ama miktar düşer. Örneğin ekmeğin gramajını azaltırlar ama ekmek aynı fiyat olur, bu da bir enflasyondur.

TÜRKİYE’DE MALLARIN, HİZMETLERİN KALİTESİ DÜŞTÜ, GRAMAJLAR DÜŞTÜ 

■ Bu nokta çok önemli çünkü biz tüketici olarak bunu yaşıyoruz, biraz önce sorduğum soru buydu, paketlerde de aynı şey yapılıyor.

Evet, yüksek enflasyonla karşılaştığımız yerlerde enflasyonun belirtilerinden biri de budur, siz belki fiyatta bir artış yaşamazsınız ama o fiyata verilen hizmette, malda bir kalite düşüklüğü yaşarsınız, ya da dediğiniz gibi gramaj düşer, bu bizim yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde gördüğümüz standart olaylardan biridir. Türkiye’de görüyoruz, verilen hizmetlerin kalitesi düştü, malların kalitesi düştü, gramajlar azalmaya başladı, bu da enflasyonun kaçınılmaz sonlarından bir tanesi.

ZOR OLAN; ENFLASYONU DÜŞÜRÜP VATANDAŞIN SATIN ALMA GÜCÜNÜ ARTTIRMAKTIR!

■ Peki, yoksulluğun arttığı ülkede Cumhurbaşkanı emeklilere, memurlara seçim öncesi yüksek zam sözü vermişti, bir de asgari ücret zammı var, zor durumda olduğu bilinen Hazine’de bunları yapabilecek kaynak var mı? Olsaydı, seçim sonrası için söz vereceğine daha önce yapmaz mıydı?

Sayın Erdoğan'ın seçim kampanyasında verdiği sözler bütçe açığı oluşturacaktır. O bütçe açığının finansmanı için para basılınca da sonunun ne olduğunu biz çok yüksek enflasyonla karşılaşan ülkelerden biliyoruz. O bakımdan, Sayın Erdoğan bu seçimi kazanmak için aslında ekonominin geleceğini çok yüksek oranda riske attı, hiç yapmaması gereken vaatlerde bulundu. Bir maaşı arttırmak enflasyonu düşürmekten daha kolay, bir kararname imzalarsınız “en düşük memur maaşını 25 bin lira yaparsınız” ondan sonra bu bütçeye yansır, gerekli finansmanı Merkez Bankası’ndan bulursunuz, böylelikle enflasyonist bir ortamda o 25 bin lira 2-3 ay sonra para pul olur, siz tekrardan maaşları arttırırsınız. Zor olanı ise; enflasyonu düşürüp vatandaşın mevcut maaşı ile satın alma gücünü arttırmaktır ama Sayın Erdoğan giderek artan bir popülizmle enflasyonu düşürmek yerine daha kolay olanı yapmaya çalışıyor, bu da ekonominin geleceğini çok önemli ölçüde riske atıyor.

■ “Doğalgaz müjdesi maaşları vuracak, bedava verilen doğalgaz Mayıs ayı için tüketici enflasyonu ile memur ve emeklinin zam oranını aşağı çekecek” şeklinde bir haber vardı. Doğalgaz müjdesi maaşları nasıl vuracak?

Şöyle olması beklenir; fiyatı sıfır lira olan o bir aylık doğalgaz TÜİK’in endeksine yansıyor ve orada sıfır lira gözüktüğü için de enflasyon düşmüş gibi gözüküyor. Yani, biz bu ay doğalgazı bedava kullandığımız için, eskiden doğalgaza belli bir para öderken şimdi hiç para ödemiyormuşuz gibi olduğu için enflasyon düşüyor ama sanal bir şekilde düşüyor. Önümüzdeki aylardan itibaren biz yine doğalgazı aynı fiyattan kullanacağız. Peki, enflasyon o bir aylığına düşünce ne oluyor? Şimdi, ekonomide başta devlette çalışanlar olmak üzere herkes maaşını enflasyona endeksli alıyor, böyle olduğu için biz ekonomide o bir aylık enflasyonda geçici düşme olduğu için biz maaşlarımızı daha düşük bir enflasyona endeksli olarak alacağız. Oysa bir ay sonra enflasyon eski seviyesine çıkacak.

ORTADA ÇOK BÜYÜK BİR ENKAZ VAR, DOĞRU POLİTİKAYA DÖNÜLMEZSE SONU İYİ DEĞİL!

■ Depremin de manevi kayıplar yanında Türkiye’ye maddi kaybı çok fazla, bu ekonomik durumla nasıl karşılayacağız? Hazine tamtakır dendiğine göre dış borç alacağız ve hükümetin almadığı önlemin zararını kuşaklar boyunca millet mi ödeyecek?

Daha önce konuştuğumuz gibi seçim sonrasında ortada çok büyük bir enkaz var, ithalat patladığı için dolar çok uzun süre baskılandı ve bundan dolayı seçim sonrası doların artması beklendiği için tüketimler öne çekildi, ithalat patladı ve böylelikle ortada ödenmesi gereken dış borç ve özellikle ödenmesi gereken –yabancı para cinsinden- iç borç arttı. Bu nedenle biraz önce dediğim gibi aklıselim bir politikaya dönülmesi gerekiyor, yoksa bu işin sonu çok iyi değil gibi duruyor, Türkiye hiç karşılaşmadığı türden bir likidite kriziyle ve kur kriziyle karşılaşabilir, biz bunu tabii ki ülkesini seven siyasetçiler olarak hiç istemeyiz. Uyarılarımızı tekrarlayalım; eğer akılla, bilimle bağdaşmayan politikalarda inat edilirse ve bir an önce doğru düzgün bir ekonomi programı liyakatli kadrolar tarafından uygulanmaya başlamazsa bu işin sonu iyi gözükmüyor.

BU ANLAYIŞ DEĞİŞMEZSE DOLARIN 26 LİRAYA ÇIKMASINDAN BÜYÜK BİR PROBLEM OLUR; ORTADA 26 LİRAYA SATILACAK DOLAR OLMAZ! 

■ Siz doların ve enflasyonun daha da artacağını, örneğin doların gerçekten 26 liraya çıkacağını düşünüyor musunuz?

Çok rahatlıkla çıkabilir, ben genelde dolar tahmini yapmaktan kaçınan biriyimdir, nedenine gelince; Türkiye’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde döviz kurunu etkileyen birçok faktör var, o faktörlerin hepsini aynı anda hesaba katıp bir tahminde bulunmanız çok zor ama bu anlayış değişmezse bir süre sonra doların 26 liraya çıkmasından daha büyük bir problem olur, ortada 26 liraya satılabilecek bir dolar olmaz! Mesela Mısır, Arjantin gibi ülkelere baktığınız zaman, hatta Rusya’ya baktığınız zaman merkez bankasının açıkladığı bir kur vardır, diyelim ki 23 lira, fakat siz serbest piyasada değil 23 liraya, 27-28 liraya bile dolar bulamıyorsunuz. Türkiye bence bu karakterde bir kriz yaşamak üzere, aklımız bir an önce başımıza almalıyız.

TÜRKİYE’NİN GİREBİLECEĞİ LİKİDİTE KRİZİ, CİDDİ BİR ÜRETİM KRİZİNE, BUHRANA YOL AÇABİLİR!

■ Diğer ülkelerin bankaları, kredi kuruluşları bu konuda devamlı uyardılar, şimdi Türk bankaları TL’de olduğu gibi dövize de kısıtlama getirdiler, bu durumda iş dünyası ne yapacak, vatandaş ne yapacak?

Bizim korkumuz da bu, aynı politikalarda ısrar edilirse bir süre sonra döviz bulamaz hale geleceğiz, bunun oluşturacağı zararları şöyle anlatayım; bizim üretim yapımızda biz çok fazla ithal ara malı ve yatırım malı kullanıyoruz ve tabii bunları ithal ediyoruz, bunu devam ettirecek döviz bulamayabiliriz, çok temel ihtiyaçlarımızı hala yurt dışından alıyoruz ve onları yurt içinde ikame etmek şu an için çok mümkün değil, oralarda çok büyük problemler yaşayabiliriz. O bakımdan Türkiye’nin bu girmesi muhtemel likidite krizi daha sonra çok ciddi bir üretim krizine, bir buhrana yol açabilir, bizim çekincemiz bu. Yani, biz önce kur tarafında bir problem görürüz, bu bankacılık sektörüne yansır ve bankaların durumunu da ben onun içerisinde görüyorum, daha sonrasında bundan reel sektör, üretimin kendisi de etkilenir.

Bankalardan akademisyenlere, emekçilere, memurlara kadar şu anda herkes Sayın Erdoğan’ın açıklayacağı ekonomi bürokrasisini ve yeni programı bekliyor. Eğer bu piyasalarda bir güven ortamı oluşturmazsa biraz önce saydığım risklerin gerçekleşmesi kaçınılmaz olur.

■ Yazdığınız bir twitte “Halkımızın sandıkta tecelli eden iradesine saygı duyuyoruz” dediniz, bu çok idealist ve demokratik bir görüşün açıklanması ama maalesef seçim öyle bir seçim değildi. Nitekim bunu yabancı basın da açıkça yazdı; “yıkıcı bir mağlubiyet alması gereken otokrat liderlerin demokratik yollarla ama yargıyı, medyayı ve ekonomiyi kendi çıkarları için kullanarak güce gelmesi diğer ülkeler için de risk oluşturuyor” diyenler oldu. Acaba muhalefetin çok aceleci davranarak “sanki milli irade tecelli etmiş gibi” kabul etmesi sizce doğru mu?

Doğru, şöyle söyleyeyim; evet eşit şartlarda seçime gitmedik, Sayın Erdoğan devletin bütün imkanlarını kullandı, bugün maalesef bir parti devleti görüyoruz, bunların hepsi doğru, eşit şartlarda yarıştırılmadık, montaj videoların ve diğer olayların yaşandığı bir seçim oldu ama biz de bu seçimi kaybettik. Ben, muhalefette yer alan bir siyasetçi olarak eşit şartlarda yarışmadığımızı biliyorum, bunu her fırsatta söyledim. AK Parti’nin artık bir parti devleti olduğunu, valinin, kaymakamın, bütün kamu görevlilerinin bir parti mensubu gibi çalıştığını ve bunun ülke geleceği için çok tehlikeli olduğunu görüyorum. Fakat bir şey daha var; biz muhalefet olarak eşit şartlarda yarışılmayan bu seçimi kaybettik, bence yapılması gereken “biz Millet İttifakı olarak neyi yanlış yaptık, nerede yanlış yaptık” sorusuna odaklanmamız. Neden işlerin bu kadar kötü gittiği, ekonomiden, milli güvenlikten tutun, sığınmacılara kadar her şeyin iyi gitmediği bu seçimi eşit şartlarda yarışmasak bile kazanamadık, bence önümüzdeki dönem bunları düşünmemiz gerekiyor. Bundan sonrasında daha doğru bir siyaset üretebilmek için, “rahatlıkla kazanabileceğimiz bu seçimi neden kaybettik” sorgulamasının yapılması gerekiyor. O twitte ben “Bir dönem kapandı ama yeni bir dönem başlamadı” demiştim, bu dönemin iktisadi açıdan karışıklıklarla dolu bir dönem olduğunu düşünüyorum ve bu parlamentonun süresinin de çok fazla olmayacağını düşünenlerdenim, yani 5 yıldan çok daha önce bir seçime gidebiliriz, oluşacak olan iktisadi problemlerden dolayı. Eğer daha erken bir seçime gideceksek muhalefetin bundan sonraki dönemde nasıl bir siyaset üreteceğine karar vermesi gerekiyor. Eşit şartlarda yarışmadığımız için kaybettik ama acaba başka ne faktörler rol oynadı ona bakmak gerekiyor.

KÖRFEZ ÜLKELERİNDEN GELECEK KAYNAKLA KANAL İSTANBUL’UN BAŞLATILABİLECEĞİNİ HİÇ SANMIYORUM!

■ Katar’dan filan para bulunarak bir süre daha doları baskılayarak devam edilebilir mi veya Kanal İstanbul başlatılabilir mi?

Hiç sanmıyorum, şu anda bu tür konular için para bulunabileceğini zannetmiyorum, şu anda ancak temel ihtiyaçları karşılamak için para bulunabilir. Doları baskılamak artık mümkün değil, Körfez ülkelerinden gelen doğrudan yabancı yatırımların tamamı bir Avrupa ülkesinden gelen doğrudan yabancı yatırım kadar etmiyor. Körfez ülkelerinden Türkiye’ye dış kaynak ihtiyacını karşılayacak bir para gelmiyor, Rusya’dan da gelmiyor. O yüzden Körfez ülkelerinden para bulup doları baskılayabilecek ve problemleri bir süre erteleyecek senaryosunun çok gerçekçi olmadığını düşünenlerdenim.

■ Peki, burada tekrar sorayım; yoksulluk sınırı 34 bin TL, açlık sınırı 10 bin TL’yi geçti, enflasyon artacağına göre Türkiye böyle nasıl devam edebilecek?

Eğer ekonomi yönetiminde bir revizyona gidilmezse, akılla bilimle bağdaşmayan bu programda inat edilirse Türkiye’nin çok ciddi bir ekonomik buhrana girebileceğini düşünenlerdenim, umarım yanılırım ama Türkiye çok ciddi bir buhrana girer, açlık ve yoksulluk çok daha artar.

TÜRKİYE’NİN SIĞINMACI PROBLEMİ HEM MİLLİ GÜVENLİK, HEM İKTİSADİ AÇIDAN PROBLEMDİR!

■ Göçmenlerin şu anda ekonomiye etkisi ne, şimdi daha da artmalarından endişe ediliyor?

Dışardan gelen düzensiz göçmenler kayıt dışı çalıştığı için ücretler baskılanıyor, bugün bir Türk işçinin maliyeti net olarak 8 bin 500 lira ama 12-13 liradan aşağı değil ama yurt dışından kaçak gelen birini 6-7 bin liraya çalıştırabiliyorsunuz. Özellikle orta ölçekli işletmeler, devletin denetiminin de kaybolduğu o ortamda sigortalı bir Türk işçi çalıştırmak yerine kayıt dışı kaçak işçi çalıştırıyor, o yüzden de ücretler devamlı açlık-yoksulluk sınırının altında kalıyor, çünkü işverenler kayıt dışı çalıştırabileceği kaçak işçi bulabiliyor. O yüzden Türkiye’nin sığınmacı problemi bir milli güvenlik problemi olduğu gibi aynı zamanda iktisadi bir problemdir, çünkü size kayıt dışı, güvensiz, insan haklarının çoğu zaman ihlal edildiği bir emek piyasası sunuyor.

■ Milletin vergileriyle toplanan paralardan milyarlarca doların onların ihtiyaçlarına, sağlığına, eğitimine harcanması etkilemiyor mu?

Tabii ki etkiliyor, o paraların bir kısmı AB fonlarından geliyor, geri kalanı da Türkiye’nin bir türlü büyütemediği bir pastası var, o pastayı daha fazla insanla biz bölüşmek zorunda kalıyoruz, kamu kaynaklarının büyük bir kısmı tabii ki düzensiz göçmenlerin hayatını iyileştirmek için kullanılıyor. Ama aynı zamanda bu ücretleri baskılıyor, çalışıyorsanız emeğinizin karşılığını alamıyorsunuz. Çünkü sizi çalıştırmak yerine sanayide daha düşük para vererek bir Suriyeli’yi, Afgan’ı, Bengladeşli’yi çalıştırabiliyor. Türkiye’nin bir düzensiz göç ülkesi haline gelmesi ilk başta Türk işçisine zarar veriyor. Belki daha ilk baştan bir nefret dili kullanmadan bu sığınmacı problemi üzerinde daha fazla durmamız gerekirdi. Biz İyi Parti olarak sığınmacı problemini kökten çözecek bir sunum, bir doktrin hazırladık ama Millet İttifakı bu konuya ancak 14 Mayıs’tan sonra toplumun sığınmacılara duyduğu tepkiyi görünce daha fazla eğildi.