“Depremin ilk saatlerinde ortada olmayan “devletlu” zevat, aradan saatler geçtikten sonra her köşe başından başlarını uzatıyor. İş yapmak adına bildikleri tek şey, açıklama yapmayı kesintisiz bir biçimde sürdürmek. Yapılan işlerin ne kadar beceriksizce yapıldığını tespit edenlere görünürde kırgınlık ifade eden “yetkililer,” el altından da gözdağı veren bir tutumu, devletin âli menfaatlerini korumanın tek göstergesi gibi sunmanın gayreti içindeler.

★★★

Oysa tek âli görevi toplumun hayat hakkını korumak olan devlet, tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle baş başa bıraktı. Kırılan gururunu tamir etmek kaygısından arta kalan kırıntıları enkaz kaldırma ve kurtarma faaliyetlerine dönüştürmeye çalıştığında ise iş işten çoktan geçmişti...

★★★

Devletin bütün imkanlarıyla ve başarıyla olaya müdahale ettiğini söyleyen Başbakan, depremin ilk saatlerinde kendi bakanlarına bile telefonla ulaşamadığını söyleyerek yetkililere radyo ve televizyon aracılığıyla talimat vermeye çalışıyordu... Kendisine en çok ihtiyaç duyulduğu anda “kamu otoritesi” kapsama alanı dışına çıkmış ve yetkililer, pili bitmiş bir uzaktan kumanda aletine dönüşmüştü. Apaçık ortada olan ve karşılıkları can kaybıyla, Türkiye’nin en az yirmi yılına mal olacak mal kaybıyla ödenen ihmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri “şaibeli” duruma düşürmeye çalışmaktan başka bir gayreti hâlâ görünmüyor resmi sözcülerin. Kendi sorumluluğunu örtbas etmek isteyen devlet erki hâlâ meseleyi mümkün olduğunca sumen altı etmeye harcıyor enerjisini.

★★★

Sanki ortadaki tek sorun, milletin baş başa kaldığı yıkımın bir ucundan devlet kurumlarına da bulaşmış olması. Sanki sadece halkın oturduğu binalar yıkılsa ve sarsılmaz bir kudret ve eleştirilmez bir erk kaynağı gibi görünmeyi seven devlet bu felaket karşısında yara almamış olsaydı, mesele kalmayacaktı. Milleti himaye edilmeye ve yol gösterilmeye muhtaç bir topluluk olarak gören devletçi bakışın rahatsız olduğu konu, aslında gerçekten neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda yol gösterilmeye muhtaç olanın devlet olduğunun ortaya çıkmış olması sanki. Yoksa insanların canları niye kurtarılmadı diye kamu otoritesini eleştirenlere ya da canları kurtarılma ihtimali olanlara bir an evvel ulaşılması için seslerini yükseltenlere bu derece şiddetle karşılık verilmesinin ne anlamı olabilir?

★★★

Bu depremle birlikte ortaya çıkan mekanizmalar ve ilişkiler, meselenin sandığımızdan daha vahim olduğunu ortaya çıkardı. Uzun zamandır normal hayatı olağanüstüleştirerek yaşamayı kanıksadığımız için, belli ki, içine düştüğümüz kıskacın vahametini algılamakta zaafa düşmüşüz. Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor. Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor. Eğer bugün birilerinin fiyakası bozulmasın diye söylenmesi gerekenlerin “milli birlik ve beraberlik” nutuklarının altında ezilmesine göz yumarsak; bugün susarsak, bu çarpık mekanizma yüzünden yüzlerce insanın ebediyen susmasına ortak olmuş olacağız...”

★★★

Virgülüne bile dokunmadığım bu yazı, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) sözcüsü Ömer Çelik tarafından, 17 Ağustos 1999 depreminden hemen sonra kaleme alınmış.

AKP’nin birikimli, entelektüel isimlerinden biri olan Çelik’in yazısındaki “Başbakan” sözcüğünü çıkartıp okuduğunuzda, sanki bugünler için kaleme alınmış duygusuna kapılıyorsunuz.

Çünkü her şey birebir örtüşüyor, hatta felaketzedeler, 17 Ağustos 1999 depreminden çok daha kötü koşullarda hayatta kalma mücadelesi veriyorlar.

İhmaller ve beceriksizlikler silsilesi 17 Ağustos’u gölgede bırakıyor! (Çünkü o depremde daha ilk saatlerden itibaren asker, kurtarma çalışmasına başlamıştı.)

Ve tam da onun dediği gibi; Türkiye yönetilemiyor!..

★★★

Evet bu deprem çok daha büyük ve yıkıcıydı.

Ama elimizi vicdanımıza koyup söyleyelim:

Bu ağır, dayanılmaz tablonun ortaya çıkmasında Marmara Depremi’nden hiç ders alınmamış ve bir felaket anında görev yapacak en kritik kurumlara liyakatın ‘L’sine sahip bulunmayan kişilerin getirilmiş olmasının çok büyük payı yok mu?..

Yazılıp çizilecek çok şey var ama, bu acı günde susalım!..