Günlerdir tartışılıyor: Kemal Kılıçdaroğlu kalsın mı, yoksa Genel Başkanlığı bıraksın mı? Bu soruya cevap aramadan önce, 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde, Karadeniz Ereğlisi’nde, CHP Hukuk Sorumlusu olarak görev yapan Avukat Ercüment Yorulmazer’in yazdıklarını paylaşmak istiyorum:

“14 Mayıs’ta 8 köyden sorumluydum. Görev yaptığım 8 köyün sadece birinde bir genç arkadaş müşahit olarak bulunuyordu. Diğer köylerde müşahidimiz yoktu. Aracımla, elimden geldiğince, 8 köy arasında mekik dokuyarak süreci takip etmeye çalıştım.

28 Mayıs seçimlerinde ise ilçe merkezinde 13 sandığın bulunduğu bir okul binasında görevliydim. Bu binada sandık görevlilerimiz ve müşahitlerimiz vardı. Ancak köylerde aynı sorunların devam ettiği bilgisini aldım!.. Bunlar yaşanırken Ankara’daki bir yetkilimizin televizyondaki açıklamasını hatırladım.

Zira “Her sandıkta en az 1 olmak üzere 3’er müşahidimiz olacak” diyordu.

★★★

Seçimler gösterdi ki CHP, ağırlıklı olarak milliyetçi-muhafazakâr seçmenin yaşadığı İç Anadolu ve Karadeniz’deki kentlerimizden beklediği oranda oy alamıyor.

Bu uğurda atılan adımlar, örneğin vitrine muhafazakâr isimlerin konulması, görkemli mitinglerin, kampanyaların yapılması ya da bu eğilimdeki siyasi partilerle “suni” ittifaklar kurulması da bekleneni vermiyor.

Hatta partide Kuvayı Milliye’den bu yana ana damarı oluşturan, Cumhuriyet’e gönülden bağlı, Atatürk sevdalısı kesimi rahatsız edip, kan kaybettiriyor.

Yani Dimyat’a pirince giderken hem pirinçten, hem de evdeki bulgurdan olunuyor!

★★★

Peki ne yapmalı?

Ülkemizde Karayolları İdaresi’nin kurucusu Halil Rıfat Paşa “Gidemediğin yer senin değildir” der!

O halde gideceksin!..

Gitmekle de kalmayıp, oradaki toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz edecek ve seninle ilgili yanlış algıları değiştireceksin.

Bunu da CHP Genel Merkezi’nden atamalarla değil, delege ve milletvekili adaylarının belirleneceği sandıkları oraya götürerek yapacaksın. Kapı kapı dolaşacak, çalmadık kapı bırakmayacaksın.

Dünyanın en eski beşinci partisi olmakla, Cumhuriyet’ten önce kurulmakla övünüyorsun ama senden 75 sene sonra kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin üye sayısının onda birini geçemiyorsun!..

Sandıkların tümünde görevlendirecek sorumlu sayısını bir türlü örgütleyemiyorsun.

Rakibin herkese dokunurken sen hantallaşan, motivasyonunu yitiren örgütüne dinamizm kazandıramıyorsun.

Delege ağalarının genç ve idealist partililere kapıları kapatmalarını engelleyemiyorsun!..

★★★

Hayatımda tanıdığım en dürüst, en çalışkan ve en çok proje üreten siyasetçilerden biri olan Adnan Kahveci, sohbetlerimizde sık sık şunu sorardı:

“Siz oy verdiğiniz partinin yaşadığınız ilçedeki delegesini veya o ildeki delegelerinden herhangi birini tanıyor musunuz?

“Hayır” cevabını aldıktan sonra da devam ederdi:

“Ama hiç tanımadığınız bu kişiler, kurultayda genel başkanı belirlemek başta olmak üzere, bir çok hayati konuda sizi temsil edip karar alıyorlar!..”

Çözümü de şöyle özetlerdi:

“O halde demokrasiyi parti örgütlenmesinden başlatmalı. Bunun için gereken devrimi partiler, kendi iç yapılarında gerçekleştirmeli!.. Sandıklar bu amaçla mahalle veya ilçelerde delege seçimleri için kurulmalı!.. Üye sayılarını gençlerle takviye edip çoğaltmalı...”

Kahveci yaşasaydı dijital çağın imkanlarından yaralanarak demokrasi devrimi için kolları sıvayacaktı.

Acaba Kemal Bey yapabilir mi?

Yoksa MYK değişir, vitrinde farklı yüzler yer alır, olmadı Kemal gider, Cemal gelir ve bizler bakakalırız giden seçimlerin ardından...