Osmanlı’da 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda yaygınlaşan Batılılaşmanın ana motivasyonu, “gelişme” ve “ilerleme” hedefine en kısa yoldan ulaşmaktı…

Modernleşme sürecine “kültürel gecikme” ile katılan Osmanlı bürokrasisi ve münevverleri sandı ki; siyasal ve kurumsal düzenlemeleri Batı’dan olduğu gibi “ithal” ederek tarihin gerisinde kalmaktan kurtulunacak!

Osmanlı bürokrasisi ve münevverleri ilerlemeyi şekilcilikte ve teknikte aradı. (“Tanzimatçı kafaya” sahip İkinci Abdülhamit’in okullaşmaya ağırlık vermesi bunun tipik örneği...)

Atatürk’ün ise farkı şuydu: Sınıfsız-imtiyazsız-halkçı düzen yaratmak…

Yani:

Gelişme ve ilerlemenin yolu -Batı’nın siyasal, ekonomik, kültürel hegemonyasına karşı- tam bağımsız olmaktan geçiyordu. Ekonomik bağımsızlık olmadan ne kişiler ne de ülke özgür olabilirdi.

Her türlü sömürüye/ dışa bağımlılığa karşı çıkan anti-emperyalist duruştu bu. Ulus devletin/milli pazarın kuruluş nedeniydi bu…

Mesela, laiklik-sekülerizm gibi dünyevi devrimlerin özü, kalkınmaya engel -dini de sömüren gericileştiren- feodalizmle/ derebeylikle hesaplaşmaktı…

İşte… Osmanlı Tanzimat zihniyeti (Sadrazam Mustafa Reşit Paşa vd.) ile Cumhuriyet çağdaşlaşmasının (Atatürk’ün) temel farkı bu anlayıştı.

İlki milli pazarı yıkarak sömürünün yolunu açarken, diğeri sömürüye karşı ulusal pazarı kurandı…

Peki, Batıcılar, ulusalcıları kısa sürede nasıl yendi?

★★★

Atatürk, “Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek olan sizlersiniz” dese de…

DP ve CHP dahil olmak üzere Cumhuriyet bürokrasisi ve aydınları Atatürk’ün bağımsızlıkçı Kemalist sistemini tersine çevirdi. Ülkeyi, Tanzimat zihniyetine/ Batı’nın emperyal düzenine geri döndürdü. Türkiye, Osmanlı’nın 1838’den başlayan açık pazar-sömürü düzenine geri döndürüldü…

Halktan/ halkçılıktan kopuk “memur hakimiyeti” Kemalizm’i, önce “Atatürk Yolu” sonra “Atatürkçülük” ve ardından askeri darbeler ile “gardıropçuluğa” dönüştürdü!

Kemalizm’in kök dayanağı halkçı ekonomik devrim unutturuldu. Muasır medeniyete/ çağdaşlaşmaya ulaşmak yüzeysel Batı taklitçiliğine dönüştürüldü…

Solcular, 1960’larda yaygın olarak garplılaşmayı hedefleyenlere karşı “Tanzimat münevveri” tanımını boşa yapmadı. Tam bağımsızlıkçı 68’lilerin isyanı, devrimleri donduranlara, içini boşaltılanlara karşıydı. Keza:

Bağımsızlıkçı solun karşısına (Batı istihbaratları eliyle) muhafazakar şiddetin çıkarılması tesadüf değildi.

Zamanla… Kimi solcular da neoliberalizm/ küreselleşme rüzgarıyla, millilik hareketi Kemalizm’e düşman oldu. Algı operasyonları yapıldı. Kıblesi Batıcılık olan Boğaziçi vd. üniversiteler, Murat Belge gibi dönek solcular buna katkı sundu.

Bugün hâlâ kimi muhafazakâr (ve bazı sol) çevrelerin düşünme seyrinde Atatürk’ün bir türlü tam kavranamamasının da sebebi budur!

★★★

Süreçte Atatürk içeriğinden koparılıp yükseltilerek, tabulaştırıldı, yalnızlaştırıldı…

CHP de dahil “kürsü politikacılığına” esir düşürüldü. (İdeolojik temelsizliği siyaset sanan Kılıçdaroğlu gibi zora düşen her politikacı, kamuoyu-parti desteği için “Atatürk” dedi!)

Maalesef  yüz yaşını kutlayan Cumhuriyet’in de içi boşaltıldı, tüketildi! Ortak yarar ilkesiyle kurulan ulus-devlet tarihsel birlikteliği tamamen çözüldü…

Halk/ ulus özdeşliği- kamusallık ilkesi, özellikle de ikinci cumhuriyetçilik safsatası “sivil toplumculuk” ve arkasından gelen cemaatler eliyle tasfiye edildi. Batı hegemonyası, AKP-FETÖ-solcu liboş işbirliğiyle had safhaya çıktı.

Sadece bunlar değil:

CHP dahil merkez partiler eliyle Cumhuriyet, popülizme yenik düşürülerek -tam bağımsızlıkçı tavrından çıkarılıp- demokrasiye /sandığa/ oy vermeye indirgendi. Oysa bu halk egemenliği değil, sadece teknik işlemdi! Ki, kuramsal olarak meclisin varlığı kendi başına ne demokrasinin, ne de Cumhuriyet’in ispatıdır!

Daha çok Cumhuriyet tartışması yapmak zorundayız.