“Elli altı yaşındayım ve sevgili eşim öleli on üç yıl oldu. Onun emaneti iki yavrumuza bakmak için erken emekli oldum ve onlar daha fazla sıkıntı çekmesin diye de evlenmedim. Yemeğinden temizliğine kadar evin hemen bütün işlerine koşturmak, tek başına birçok konuda mücadele vermek ve kararlar almak da kolay bir şey değil takdir edersiniz ki. Oğlum yirmi beş, kızım on sekiz yaşına geldiği için birçok konuda bana yardımcı oluyorlar elbette; ancak sorumluluk sahibi bir baba olarak çoğu işin tek başına üstesinden gelmeye çalışıyorum.

★★★

Kızım bu yıl üniversiteyi kazandı ve kaydını yaptırdık. Oğlumun, ne umutlarla girdiği aynı üniversitenin Elektrik ve Elektronik Mühendisliği bölümünden İngilizce eğitim alarak mezun olmasının üzerinden iki koca yıl geçti. Geçen yıl askerlik görevini de yaptı.

★★★

Yıl içindeki koşuşturmacadan hem bedenen ve hem de ruhen çok yorulduğum için teyzemlerin yazlığına gitmiştim. İki yıldır onlarca girişimimize rağmen kendisine iş aradığımız; ancak asgari ücretli ve mesleğinde ilerleyemeyeceği işler dışında herhangi bir iş bulamadığım canım oğlum bana telefonda adeta müjdeler gibi ‘Kızılay’da garson olarak işe başladığı’ bilgisini verdiğinde ne diyeceğimi bilemedim. O kavurucu sıcakta beynimden aşağıya kaynar sular döküldü.

★★★

Gençken çaycılık, ayakkabı boyacılığı, simitçilik, manav, tabelacı, kaynakçı, sıhhi tesisat vb. yerlerde çıraklık, pazarda balık satma, billuriye dükkanında çalışma gibi pek çok işe girip çıktım. Alın teri dökülen ve helal yolla elde edilen birçok para gibi garsonluktan elde edilen para da kutsal. Garsonluk elbette ayıp ve küçümsenecek bir iş değil. Üstelik işini iyi yapan tüm garsonları saygıyla selamlıyorum.

Ama bana göre en çok önem verilmesi gereken meslek gruplarından biri mühendislik. Gerçekten son derece zeki ve çok iyi işler başarabilme kapasitesine sahip canım oğlumun garson olduğunu duyunca içime ağır bir taş oturdu. Hiç kimseye belli etmemeye çalışarak, teyzemlerin bana verdiği odaya gidip yatağımda hıçkırarak ağladım.

★★★

Bugüne kadar onca ev işinin yanı sıra sporumu da yapmaya çalıştım ve müzikle de uğraştım. Şiir, mizah, romandan oluşan dört adet kitap çıkardım piyasaya. Henüz yayınlanmamış olan bir de kişisel gelişim kitabı da yazdım; bugüne kadar okuduğum onlarca liderlik, yönetim, kişisel gelişim kitapları ve şahsi tecrübelerime dayanarak...

Eşimin ölümünden kalan ve sönmeyen kıvılcım, bugüne değin her türlü zorluğa, yılgınlığa ve umutsuzluğa engel olmaya çalışan içimdeki hayat dolu ve güçlü Mangrov Ormanını cayır cayır yakmıştı. Sözün bittiği ve içsel savunma mekanizmamın kifayetsiz kaldığı yerdi orası...

★★★

Onca zorluğa göğüs gerdiğim için bana ‘süper baba’ diyordu kimi arkadaşım ama bu kez süper baba zordaydı, nice umutlarla evladını okutup iş sahibi yapmak için didinen ve tüm girişimleri boşa çıkan birçok ebeveyn gibi...

Resmi işsizliğin 3 milyonlu rakamları aştığı, yüz kişilik kadroya bin beş yüz işsiz gencin başvuru yaptığı günümüzde son bir umut, Samuel Beckett’in yazdığı gibi ‘Godot’u beklemekti.’

Belki de onlarca iş başvurusunun hiç olmazsa birinden, iyi bir sonuç alırız diye umutla beklemek!..”

★★★

Buraya kadar olan satırlar bir hafta sonu hikayesi değil, değerli okurum Hasan Kara’nın binbir emekle büyütüp vatana, millete hayırlı bir evlat olması için İngilizce Elektrik Mühendisliği eğitimini aldırdığı evladının yaşadıkları...

Ben okurken çok şaşırmadım. Çünkü bulunduğum yazlık ilçedeki hizmet sektöründe çalışan gençlerin çoğu aynı durumda. Üniversite eğitimi almışlar ve iş olarak garsonluğu bulabilmişler. O da yaz mevsiminin sonuna kadar!..

Sonrası için hepsinin tek bir hayali var:

Bir an önce yurtdışına gidebilmek!..

Yazık, çok yazık!..