Kişi başına milli geliri yüksek ülkelerde, kişilerin veya ailelerin gelirleri, kişi başına milli geliri düşük ülkelerdeki kişi veya ailelerin gelirlerinden yüksektir. Zaten “kişi başına milli geliri yüksek” bu demektir. Yani yukarıdaki giriş cümlesinin tersi mantıken yanlıştır. Pek tabii bu, kişi başına milli geliri yüksek ülkenin her ferdi, kişi başına milli geliri düşük ülkedeki her fertten daha yüksektir anlamına da gelmez. Ama zengin ülkedeki her sosyal sınıf veya mesleki kümenin ortalama geliri, nispeten fakir olanından yüksektir. Bu fark zenginler arasında da vardır. Mesela Amerika’nın en zengin adamı Türkiye’nin en zengin adamından kat be kat daha büyük servet sahibidir. Çünkü Amerika’da kişi başına milli gelir Türkiye’nin 6 katıdır. Aynı fark, fakirler için de geçerlidir. Zengin ülkenin fakirleri, fakir ülkenin fakirlerinden daha zengindir. Bu kıyaslama, emekliler, öğretmenler, profesörler, doktorlar, sinema oyuncuları, tesisatçılar, kamyon şoförleri, roman yazarları, ses sanatçıları, sporcular vs. için de yapılsa sonuç değişmez. Gerçek bu kadar çıplakken, medyada sanki bunun aksi mümkün olabilirmiş gibi yorumlar yer almaktadır. Aslında yazan da okuyan da bunun olmayacağını bilmektedir. Aslanın hem dişleri hem de pençesi kedininken büyüktür. Çünkü aynı soydan gelseler de aslan kediden büyüktür.

KİŞİ BAŞINA MİLLİ GELİRİ DÜŞÜK ÜLKELERDE ÜCRETLER DAHA DÜŞÜK OLUR

Çünkü kişi başına milli geliri yüksek ülkelerde kişi başına milli servet yüksektir. Daha doğrusu, bu ülkelerde milli servet büyük olduğu için milli gelir yüksektir. Tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan çıkar gibi bir şeydir bu. İktisadın tek bir kanunu varsa o da “bol olan ucuz, kıt olan pahalıdır” kuralıdır. Zengin ülkelerde para (servet) çok olduğu için servetin getirisi düşük, emek kıt olduğu için ücretler yüksektir. Bu sebeple zengin ülkelerde, fakir ülkelere kıyasen, emek yoğun “hizmetler” pahalı, sermaye yoğun “sınai mallar” nispi olarak daha ucuzdur. Özellikle gıda maddeleri bizde Avrupa’ya kıyasen her zaman daha düşük fiyatla satılırdı. Bu nispi ucuzluk, lokanta ve otel fiyatlarına da gözlemlenirdi. Ülkemize gelen turistler lokantalarımızda kendi ülkelerindekine kıyasen döviz cinsinden daha düşük fiyatla yemek yerler, konforlu otellerde kalırlardı. Bu sebeple son zamanlara kadar Yunanistan, Bulgaristan ve Gürcistan’dan insanlar gıda ve ihtiyaç maddeleri almak için sınır vilayetlerimize akın akın geliyordu. Şimdilerde bu akımın yavaşlamış hatta yer yer tersine döndüğü haberleri geliyor. Bu işte bir terslik olduğu kesin. 

HER TUTARSIZLIĞIN BİR AÇIKLAMASI VARDIR

Ekonomimizin bir numaralı sorunu enflasyon. Bunu indirmek için uğraşılıyor. Merkez Bankası’nın kullandığı dezenflasyon aletlerinden biri de klasik “yüksek faiz-düşük döviz” manivelasıdır. Firmalarımız, esnafımız, mesleklilerimiz piyasaya sunduğu mal veya hizmetin fiyatını önce dövizle saptayıp sonra bunu TL’ye çevirir (idi). Bu durumda TL fiyatı sabitlemenin veya artışını yavaşlatmanın yolu döviz fiyatını sabitlemekten geçiyordu. Buna da enflasyon çıpası deniyordu. Bu kaldıraç 2003’ten sonra iyi çalıştı. “Nas” yüzünden 2021 sonunda döviz aniden yükselince aynı kaldıraç bu sefer enflasyonu patlattı. Şimdi döviz durdu ama liralı fiyatlar durmadı. Buna “enflasyon ataleti” deniyor. TL’nin değerlenmesi (devalüasyonun enflasyonun altında kalması) yurt içi fiyatların döviz cinsinden artması cebirseldir. Ancak “dolarla pahalılaşma” bundan ibaret değil. Hizmet fiyatları enflasyonu düşmüyor. İş alemi ve bilhassa elinden iş gelen esnaf, enflasyona değil, adeta “enflasyonun inmesine” karşı savaşıyor. Sürümden kaybettiklerini birimden çıkarmak istiyorlar.  Çünkü enflasyonun ineceğine inanmıyor ve ters köşeye atlamak istemiyorlar.

SON SÖZ: İçinde insan olmasa ekonomiyi yönetmek kolay olurdu.