Bugün değişik, hatta ilk satırlarını okuduğunuzda yadırgayacağınız bir yazı konusuyla karşınızdayım.
Evet bugün, Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin emekli öğretim üyelerinden değerli bilim insanı Prof. Dr. Levent Kırılmaz’ın, özellikle gençler için çok ilginç ve yararlı bulduğum düşüncelerini paylaşacağım:
★★★
“Bugüne kadar eğitim kurumlarımızda, karar verici anlayış, gençlerimizin ödevlerden ve sınavlardan aldıkları notlar olmuştur. Ne yazık ki gençlerimizin günlük hayatlarındaki sorunlarına çözüm bulabilmeleri, aileleriyle-arkadaşlarıyla ve çevreleriyle doğru, güzel ve iyi ilişkiler içinde olabilmelerini sağlayacak kişisel, duygusal ve sosyal becerilere eğitim sistemimizde yeterince yer verilmemiştir. Grigoriy Petrov’un söylediği gibi: “Eğer gençliğin ruhunu bakımsız bir tarla gibi bırakırsak, orada yabani otlar ve dikenler biter!..”
Artık günümüzde üniversite öğrenimi ile edinilmiş akademik bilgilerin “yaşam” için tek başına yeterli olmadığı kuşku götürmez bir gerçek. Üniversitelerin öncelikli görevi, gençlerimize sadece mesleki konularda bilgiler vermek değil, onları hayata hazırlayacak “hayata dair” bilgileri de sunmak, tecrübe ile donatmak ve topluma faydalı “etkin insan” olarak yetiştirmek olmalı.
★★★
Üniversitelerde öğrencilerimizi mezuniyet sonrası hayata hazırlarken, sorgulayan, düşünen, iletişim kurabilen, risk alan, bilgili, ilkeli, duyarlı, açık fikirli, dengeli, uyumlu, öğrenmeyi öğrenen, öğrendiklerini değerlendirebilen, olgun, aktif, yardımsever, sağlam karakterli, özgüvenli, sorumluluk sahibi, iş disiplinini kavramış, değer bilen, güvenilir, iş birliğine açık, meraklı, yaratıcı, liderlik vasfı taşıyan, istekli, empati kurabilen, kararlı, saygılı, mantıklı, hoşgörülü, konuşkan, girişken vb bir birey olarak yetiştirmenin yollarını ve çözümlerini hep birlikte aramalıyız.
Bu becerileri sadece meslek derslerini vererek başarmamız elbette mümkün değil. Bu erdemler ancak meslek derslerinin yanı sıra, programa eklenecek olan kişisel gelişim dersleri ile başarılabilir. Türkiye’de bir eğitim eksikliğinin giderilmesi açısından, “Yaşama Sanatı” üzerinde yapılacak bütün çalışmaların desteklenmesinin çok önemli ve yararlı olacağı kanısındayım.
Bu düşüncelerle derslerimde öğrencilerime hep önce “iyi bir eczacı” değil, “iyi bir insan” olmaları gerektiğinin altını çizdim. Bunu başardıklarında zaten “iyi bir eczacı” olmamaları için hiçbir engel kalmayacağını belirttim. Öğrencilerimden bu yönde aldığım olumlu geri bildirimler beni 2011 yılında fakültemin eğitim programına “Yaşama Sanatı” dersini teklif etmemi ve hayata geçirmemi sağladı.
★★★
Öğrencilerime derslerimde anlattığım “ilaçların biyoyararlanımı” konusunun aslında yaşama dair çok güzel bir örnek oluşturduğunu fark ettim. Bu yazıda bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım bunu başarabilirim.
Canlıların ortak özelliğini hepimiz biliyoruz; doğarlar, büyürler ve ölürler.
Bence bu üç önemli evreyi geçiren bir cansız var; İLAÇLAR!..
Evet, onlar da biyolojik anlamda olmasa da bizler gibi doğuyor, büyüyor ve ölüyorlar.
Bana göre, ilaçların doğumu vücut sıvılarında çözünüp kana karışmaya (emilmeye) başlamalarını, büyümeleri terapötik seviyeye ulaşmalarını, ölmeleri de vücuttan atılma işlemlerini ifade ediyor...
Doğrudan kana verilmeyen, emilmeli yol dediğimiz, örneğin ağızdan alınan bir ilacın vücuttaki akıbeti nedir, hangi evreleri geçirir?
★★★
Önce temel tıp ve eczacılık bilgilerimizi detaya fazla girmeden biraz hatırlatmak istiyorum.
Biyoyararlanım, emilmeli yoldan (örneğin ağızdan) verilen bir ilacın emilme hızı ve emilme oranıdır. Emilmeli yoldan (tek doz) örneğin ağızdan verilen tablet, kapsül gibi ilaçların biyoyararlanımlarında üç önemli parametre vardır (Şekil 1).
Grafikte gösterilen,
Cmaks değeri: Doruk kan konsantrasyonunu,
Tmaks değeri: Doruk kan konsantrasyonuna ulaşma süresini, emilme hızını,
EAA (Eğri altı alan) değeri: İlacın vücutta kaldığı süre boyunca etkinliğini, emilme oranını ifade etmektedir.
★★★
Bu grafiği biraz daha açalım. Eğer tablet, kapsül gibi katı bir ilaç formundan söz ediyorsak;
- Önce midede dağılır ve etkin madde çözünür.
- Sonra etkin madde emilir, yani kana karışır ve kandaki konsantrasyonu yavaş yavaş yükselir.
- Bir süre sonra minimum bir terapötik değere (tedavi edici düzeye) yani A noktasına ulaşır, ilacın etkisi bu noktada görülmeye başlar.
- Kan konsantrasyonu gitgide artmaya devam eder ve maksimum terapötik değere ulaşır (Cmaks).
- Sonrasında kan konsantrasyonu yavaş yavaş azalır ve minimum terapötik düzeye yani B noktasına iner. İlaç bu AB süresi boyunca etkindir.
- Minimum terapötik değerin altına indiğinde ise etkinliğini tamamen kaybeder.
İste yukarıda açıklamaya çalıştığımız olaylar zinciri “ilacın biyoyararlanımıdır.”
★★★
Peki, ilaçların biyoyararlanımı varken bizlerin yok mu? İşte bu makalenin yazılma gerekçesini de bu oluşturmaktadır.
Bence bizlerin de aynen ilaçlar gibi bir biyoyararlanımı var. Şekil 1 de gösterilen biyoyararlanım grafiğine tekrar bakarsak...
- Sıfır noktasını, dünyaya gözlerimizi açtığımız gün olarak kabul edebiliriz.
- Daha sonraki süreçte, büyüyoruz, eğitim alıyoruz, meslek sahibi oluyoruz, yaşamdan bir şeyler öğrenmeye, yaşama bir şeyler vermeye çalışıyoruz, minimum terapötik değere (A noktasına) ulaşıyoruz yani topluma, ülkemize, dünyaya faydalı olmaya başlıyoruz.
- Biz de ilaçlar gibi bu süreç zarfında terapötik seviyede kalmalıyız, toksik seviyeye ulaşmamalıyız. Sinirlenmek, öfkeye yenik düşmek, insanları kırmak, insanlara ve doğaya zarar vermek vb olmamalı...
- Belli bir zaman diliminde şüphesiz hayatımızda çok verimli olacağız. Ailemiz, sevenlerimiz, yakın çevremiz, toplum bizimle gurur duyacak. Yıllar geçtikçe enerjimiz, gücümüz, isteğimiz azalmaya başlasa da terapötik pencere içinde olduğumuz sürece hâlâ etkin kalabileceğiz. Hayat tecrübelerimizi çocuklarımızla, torunlarımızla, çevremizdeki insanlarla, öğrencilerimizle, toplumla paylaşacağız. Bir ışık gibi çevremizi aydınlatmaya devam edeceğiz yine de...
- Ama yaşama karşı koyabilmek elbette mümkün değil. Yıllar sonra terapötik seviyenin de altına ineceğiz.
Artık yaşamımızı sorgulama zamanı geldi.
- Etkin olmaya mümkün olan en kısa zamanda başlayabildik mi?
- Cmaks’ımızı, yani en verimli düzeyimizi mümkün olduğu kadar yüksek tutabildik mi?
- Toksik düzeye ulaşmamak için çaba harcadık mı?
- Uzunca bir süre terapötik pencere içinde kalıp topluma maksimum faydalı olmayı başarabildik mi?
- Bu terapötik pencere içinde mümkün olan en az dalgalanmaları gösterip hayatta kararlı bir duruş sergileyebildik mi?
- Eğri altı alanımızı değerlendirirsek, yaşama olan olumlu katkımızı mümkün olduğunca yüksek tutabildik mi?
★★★
Şimdi de aşağıdaki grafik üzerinden yaşamımızı sorgulayalım. Aşağıda (Şekil 2) “eğri altı alanları matematiksel olarak aynı olan ama farklı biyoyararlanım gösteren üç ilaçtan hangisine benzemek isterdik” sorusunun yanıtını samimi olarak verelim.
A ilacı gibi çevremize, ülkemize ve dünyaya zarar veren bir yaşam mı?
B ilacı gibi topluma belli bir süre, belli alanlarda faydalı, örnek bir birey olmak mı?
C ilacı gibi “etkisiz ve faydasız” bir şekilde ömrümüzü tamamlamak mı?
Sonuç olarak şunları söylemek mümkün...,
Hayatınızı iyi yönetin. Büyük ve küçük taşlarınızı ve bunların sırasını iyi belirleyin.
Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Kendinizi iyi tanıyın, kendinize zaman ayırın, kendinizi geliştirin.
Engeller karşısında kolay yolu seçmeyin, elinizi taşın altına koyun.
“Ne fark edecek ki?” demeden bir şeyler yapmaya çaba harcayın.
İçinizdeki ışığı yaymayı öğrenin.
Mesleğinizi sevin ve en iyi şekilde yapmaya çalışın. Ama yaşam amacınızın önce “insana hizmet” olduğunu asla unutmayın.
Cumhuriyet değerlerine, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkın.
Cmaks’sınızı yüksek, Tmaks’sınızı kısa, EAA değerinizi büyük tutmaya çalışın.
Sözün özü ise; YAŞADIĞINIZA DAİR BİR İZ BIRAKIN DÜNYADA...