Yıllar önceydi.
Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda okuyordum. Bir gün, rahmetli Şadan Hoca (Şadan Gökovalı) odasına çağırdı. Merakla gittim, benim gibi 6-7 arkadaş daha odadaydı. “Yeni Asır Gazetesi’ne adım atıyorsunuz” dedi. Bugünkü gibi değildi! Yeni Asır, o zamanlar Ege Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin de en saygın gazeteleri arasındaydı... Çok sevindik. Devam etti Şadan Hoca, “Hepinizin isimlerini verdim. Cuma günü gazeteye gideceksiniz, Şevket Bey’le (rahmetli Şevket Özçelik) görüşeceksiniz” dedi.
Cuma oldu gittik gazeteye. Danışmadaki görevliler telefon edip geldiğimizi haber verdiler. Hep birlikte dar merdivenlerden Yeni Asır’ın birinci katının altına(!) çıktık. İlginç ama öyleydi, birinci katta yazı işleri ve haber merkezi vardı çünkü... Ara kat spor servisiymiş. Şevket Ağabey, masasından kalkıp, “Hoşgeldiniz çocuklar” diyerek karşıladı bizi. Jilet gibiydi. Takım elbise, beyaz gömlek, kravat...
Okul Spor Yurtları diye sayfalar yapacaklarmış. Okullar arası spor karşılaşmalarını cumartesi ve pazar günleri bizler izleyip, oyunculardan sonuçlara, ilginç anlardan fotoğraflara toplayıp haberlerini yazacakmışız.
İşte benim gazetecilik maceram ‘efsane zamanlarında’ Yeni Asır’da böyle başladı. Okul sporları 2 sezon sürdü. O iki sezon her ay başı Şevket Ağabey’den bir zarf içinde miktarı ‘komik’ ama okul günlerinin ilacı olan maaşlar aldık. Maaş aldık fakat o 6-7 arkadaş bir kez olsun izin istemedik. İstemedik, çünkü gerek de yoktu...
Hani çok çalıştığını, dünyayı ve kurumunu tek başına kurtarmış gibi davranıp, oturduğu sandalyeye, koltuğa her daim hırkasını asıp, “Allah sizi inandırsın yıllardır bir gün bile izin yapmadan çalıştım” diye övünen cambaz tipler vardır ya, ben de öyle söyleyebilirim: Yeni Asır’da çalıştığım ilk iki yıl hiç izin yapmadım!
Sonra... Haber Merkezi’nde muhabir, istihbarat şefi, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü falan yaptım. İzin de yaptım tabi. Bu izin öncesi durum şöyle oluyordu. Üstündeki kimsenin; müdürün, şefin neşeli bir anını kıstırılıp, “Abi ben üç beş gün izin yapsam” denirdi. Gelecek yanıt iki seçenekli, “tamam” ya da “ne izni ulan, burası devlet dairesi mi” olurdu.
Yıllar böyle geçti, izin isteme yöntemleri de değişti. Sevemedim bir türlü yenisini, çok robotik çünkü. İzin Formu dolduruyorsun, şu tarihte gidiyorum, falanca tarihte döneceğim, imzalar, mühürler... Ne sana biri “nereye gidiyorsun bakiim” diye merakla soruyor, ne de babacan, “Burası devlet dairesi mi ne izni ulan” diye horozlanıyor!
Nereye geleceğim derseniz, şuraya...
Hep okurdum köşe yazan ustaları ve doğrusu azıcık komik gelirdi bana. İzin isterlerdi okurlarından!
Bugün kişisel tarihimde bir ilk olacak, sizlerden 10 Kasım’a kadar izin isteyeceğim.
Her gün yazmak da çok heyecanlı ama yüzünü hiç görmediğim okurlardan izin istemek başka türlü bir şeymiş. Yani, komik değil gayet de hoş bir duyguymuş...
Eskisi gibi siz, “nereye gidiyorsun bakiim” diye sormuş gibi yapın bana, ben de azıcık mahçup yanıt vereyim: İzmir’e abi...