Şaziye Kırkaç. 70 yaşında. Doğma, büyüme İzmirli. Anne-babası Girit göçmeni. Dönertaş'taki Halk Sanat Okulu'nu bitirdi. Genç kızlığında Karadenizli mali müşavir Hacı Bey'e sevdalandı, evlendi. Tanıştığı günden beri, 46 yıldan bu yana hala aşkla bağlı olduğu eşi ile çok iyi anlaşıyor.

Pırıl pırıl iki evlat sahibi. Bugün 47 yaşındaki büyük oğlunun adını, insanoğlunun Ay'a ayak bastığı gün doğduğu için, İlkay koydular. 41 yaşındaki küçük oğluna ise doğduğu sene bir saldırıda gazi olan polis komşusu Çağatay'ın adını verdiler. Nur topu gibi iki de torunu var.

Hacı Bey ile kendilerine yönelik hiç birikim yapmadı, tüm yatırım çocuklarına, onların eğitimine oldu. O fidanlar meyvesini verdi. İlkay, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni başarıyla tamamladı, hekim oldu, şifa dağıtmaya başladı. Çağatay, ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü'nü birincilikle tamamladı, ASELSAN'a girdi, ülkesinin güvenliği için çok değerli çalışmalar yaptı, sonra aşık oldu, yurt dışına yerleşti.

Bir gün Hacı Bey'in çalışkan yüreği tekledi, kalp krizi geçirdi. Devlet hastanesindeki operasyondan sonra, doktor olan büyük oğulları, onları yanına, özel bir hastanede çalıştığı Tekirdağ'ın Çerkezköy İlçesi'ne çağırdı. Şaziye anne ve Hacı Bey 10 yıl oldu gurbete gideli.

Kirada oturuyorlar, Hacı Bey'in mütevazı geliri ile kimseye muhtaç olmadan yaşıyorlar. Ve Şaziye anne ile eşi hayatta hiç kimseye yük olmuyor. Çocuklarına bile... Oysa iki oğlunun yüksek geliri var. Anne-babaları için bulundukları bütün mali tekliflerse, nafile. Zira Hacı Bey ile Şaziye anne parayı önemsemedikleri, eşyanın esiri olmadıkları için, kabul etmediler. Kanaatkar, mütevazı, erdemli, dürüst ve üretken olmaktı asıl olan. Para dediğin neydi ki?

Şaziye anne boş durmayı sevmediğinden, Çerkezköy'e taşındığı sene, oğlundan habersiz, hastanenin yolunu tuttu, başhekimle konuştu, iş istedi. "Sadece sigortamı yatırın, kafi" dedi, maaş istemedi. Eşinin gelirinin geçimleri için yeterli olduğunu belirtti. Gönüllü olarak çalışacaktı. Ama onun da bir şartı vardı, "Yoksul, yardıma muhtaç insanları hastaneye getirdiğimde, ücretsiz tedavilerini yapacaksınız" dedi. Hastane yönetimi bu teklifi şaşkınlık, saygı ve hayranlıkla karşıladı, kabul etti. Anlaştılar.

Bugüne kadar tedavi olmalarını sağladığı insanların haddi hesabı belli değil. O olmasaydı birçok kadın sağlıklı doğum yapamayacak, birçok çocuk ameliyat olamayıp, felç kalacaktı... Ama yaptığı iyiliklerin lafını bile etmiyor, kimse rencide olmuyor. "Çünkü" diyor Şaziye anne; "İnsan onuru kutsaldır, zedelenemez."

10 yıldır hastanenin çamaşırhanesinde çalışıyor. Kanlı kıyafetleri yıkayıp temizlemek her yiğidin harcı değil, dayanıklılık gerekiyor. Dirençli bir kadın olan Şaziye anne pozitif enerjisi ile yüksünmeden yapıyor görevini. Sadece temizlemekle sınırlı kalmıyor, hekimlerin, hemşirelerin ve sağlık personelinin iş kıyafetlerini biçip, dikişini yapıyor. Hastanenin perdelerini bile o dikiyor.

Tam bir Cumhuriyet kadını.

Kitap kurdu. Yatağının başucunda, mutfakta, tuvalette bile kitap okuyor. Okuma-yazma bilmeyen kadınları ikna ediyor, ellerinden tutup halk eğitim merkezine götürüyor.
Her İzmirli gibi o da Atatürk'ü yüreğinde taşıyor. Bir de kolyesinde... Hastane atölyesini Ata'nın fotoğrafları ile donatmış. Onun adını duyduğu zaman gözleri parlıyor. Ve zifiri karanlığa boğulup, uçuruma sürüklenen Türkiye'ye baktıkça kahroluyor, zümrüt yeşili güzel gözleri dolu dolu oluyor.

saziye-anne-2

Değer verdiği tek bir eşya var : Atatürk'ün şapkası. Atatürk, bir İzmir seyahatine giderken, treni Menemen'in bir köyünde aniden durdurup, çat-kapı ziyarette bulunuyor. Köy halkı bu büyük sürpriz karşısında öylesine heyecanlanıyor, öylesine seviniyor ki, çok etkilenen Atatürk, kendisini iyi ağırlayan köyün en yaşlı ailesine anı olarak şapkasını armağan ediyor. Bir gün Şaziye anne ile tanışan dede, "Senin Atatürk aşkın çok güçlü" diyerek şapkayı ona teslim ediyor. Aydınlanma devriminin önemli bir simgesi olarak nitelendirdiği şapkaya gözü gibi bakıyor Şaziye anne, gül suyu ile temizliyor. Kutsal bir emanet gibi sakladığı şapkayı baş ucundan ayırmıyor.

Konuşmayı seviyor. Pek de güzel konuşuyor. İnsanlara cumhuriyetin kazanımlarını anlatmayı, doğru yolu göstermeyi, aydınlık saçmayı yurttaşlık görevi sayıyor. Hiç üşenmeden... Güneşli, güzel günlere olan inancını hiç yitirmeden...

İşte böyle bir insan Şaziye Kırkaç... Fakat son günlerde endişeli ve üzgün. Huzurunu kaçırdılar. İzmir'in Konak İlçesi'nde annesinden kalan küçük, eski bir evi var. Annesi vefat ettikten sonra ev boş kalmış. Geçtiğimiz günlerde Konak Belediyesi'nden, "Eviniz hakkında yıkım kararı alındı, gereğini yerine getirin" diye tebligatta bulunmuşlar. Detay bildirmemişler.

saziye-anne-3

14 saatlik otobüs yolculuğunun ardından memleketine gelen Şaziye anne, bir de ne görsün? Meğer Suriyeliler evi mesken tutmuş, derken yangın çıkarmışlar. Zaten metruk haldeki evin çatısı da yanmış. Olanları, mahalle karakoluna gittiğinde öğrenmiş. Sonra belediyenin yolunu tutmuş, çare aramış, bulamamış. Evin duvarına, "Dikkat! Yıkılabilir" tabelasını çakan belediyeciler, "Sen yıktırmazsan biz yıkacağız ve 16 bin TL yıkım parasını sana ödettireceğiz" demişler. Eşinin geliri sınırlı, kendisi emekli de değil, bu parayı verecek imkanı olmadığını anlatınca, "Öyleyse git" demişler Şaziye anneye, "Muhtarlıktan fakir kağıdı al." Almış, götürmüş, bu defa, "Bu olmaz, kaymakamlıktan al, getir" demişler. "Bugün git, yarın gel" diye diye, günlerdir oradan oraya koşturtarak süründürüyorlar Şaziye anneyi... Ve sadece bir hafta mühlet tanıyarak... "Her halükarda, eğer yıkımı yaptırmazsan, süre dolunca evini biz yıkacağız, onaltı bin lira masrafı ödemezsen haciz uygulayacağız" diye gözdağı vererek.

saziye-anne-1

Şimdi kara kara ne yapacağını düşünüyor Şaziye anne. "Suriyeliler için ben de üzülüyorum, onlara kızmıyorum, anlıyorum, bu soğukta boş buldukları evime sığınmış insancıklar. Benden izin alıp, almamaları da mühim değil. Devletimiz onları mağdur etmiyor, buna da tamam, ama aynı devlet beni neden mağdur ediyor? Benim günahım ne" diye soruyor.