Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 4 gün önce İstanbul Ekonomi Zirvesi’nin kapanış konuşmasında; kuraklık riskinin arttığını, sorunun çözümü noktasında karbon salınımı ayak izinin vergilendirilmesi gerektiğini açıkladı.
Bu açıklama, benim için sürpriz olmadı. 2024-2026 Dönemi Orta Vadeli Program’da (OVP) “Kamu Maliyesi” başlığı altında “Politika ve Tedbirler” kısmında: “Karbon vergisi özelliğindeki vergiler tespit edilecektir. Ayrıca tamamlayıcı karbon vergisi gibi karbon fiyatlandırma araçlarının neden olacağı ekonomik ve sosyal etkiler incelenecektir” hedefi yer almıştı. Bu açıklamayı, bu çerçevede yapılan bir açıklama olarak kabul etmek gerekiyor. Bundan sonra karbon vergisini daha sık duyacağız.
Verginin ödeyenler için memnuniyetle karşılanmadığı bir ülkede, olmayan yeni bir verginin ihdası daha çok gürültü kopartır. Bugün sizlere; karbon vergisinin ne olduğunu ve alınmasının dünya ve çevre için olumlu olacağını anlatmaya çalışacağım.
DOĞAYI KİRLETEN, KİRLETTİĞİ ORANDA VERGİYİ ÖDER
Karbon ayak izi vergisi, çevre tahribatına neden olan karbondioksit salınımının azaltılması amacıyla ve kullanılan fosil yakıtın (kömür, petrol, doğalgaz gibi) türüne ve miktarına göre alınan dolaylı bir vergidir. Vergilendirme, ürünün karbon ayak izi ile orantılı olarak belirlenir. Karbon ayak izi; bir kişi, bir kuruluş, bir ürün veya bir etkinlik tarafından doğrudan veya dolaylı olarak atmosfere salınan sera gazı miktarını ölçen ve değerlendiren bir kavramdır. Kim doğayı kirletiyor ise kirlettiği oranda verginin muhatabı olmaktadır. Karbon ayak izi; bir ürün veya faaliyetin, kişi veya kuruluşun üretim ve tüketim faaliyetleri boyunca doğrudan veya dolaylı olarak neden olduğu karbondioksit ve diğer sera gazı emisyonlarının toplam miktarını birim cinsinden gösterir.
Karbon vergisi, kaynakların etkin kullanımı, adil gelir dağılımı ve ekonomik istikrarı amaçlıyor. Ama asıl amacı; üretici ve tüketicilere kullandıkları doğal kaynaklar nedeniyle maliyet yükleyerek, ülkelerin bu maliyete katlanmamak için sera gazı emisyonlarını ciddi oranda azaltmalarını sağlamaktır. Bu vergi yolu ile artan maliyetler, enerji kullanımını azaltarak enerji verimliliğinin artmasına ve yenilenebilir enerjinin gelişimine neden olabilir.
Karbon vergisinin 1990 yılında ilk kez uygulandığı ülke Finlandiya’dır. Bir yıl sonra 1991 yılında Norveç ve İsveç de bu vergiyi uygulamaya başladı.
TÜRKİYE İÇİN KRİTİK TARİH 1 OCAK 2026!
Türkiye’de şu anda doğrudan bir karbon vergisi uygulaması yok. Ancak, Türkiye iklim politikaları ve emisyon azaltım hedefleri çerçevesinde çeşitli adımlar atmaya çalışıyor.
Türkiye, Paris Anlaşması’nı 2021 yılında onayladı ve bu anlaşma çerçevesinde 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %21 oranında azaltma hedefi belirlendi. Bu hedeflere ulaşmak için çeşitli politikalar ve önlemler üzerinde yoğun çalışılıyor. Karbon vergisi veya benzeri mekanizmaların uygulanması, Türkiye’nin emisyon azaltım hedeflerine ulaşması açısından çok önemli bir adım olacaktır.
Türkiye’nin ihracatının neredeyse yarısını yaptığı Avrupa Birliği, 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren 6 sektörde (demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen) birlik içine ithal edilecek tüm ürünlerin karbon ayak izinin ölçülmesi ve çevreye salınan her bir ton başına karbon vergisi alınmasını şart koşuyor.
2026 yılında karbon vergisi yükümlülüğüne tabi olacak ihracatçı sektörlere ülkemiz açısından genel olarak bakıldığında; demir-çelik ve alüminyum sektörleri üretiminin yaklaşık %50’sinin, çimento sektörü üretiminin yaklaşık %20’sinin, gübre sektörü üretiminin %6-7’sinin (zaman zaman ihracat yasağı uygulanmaktadır) ve elektrik sektörü üretiminin %1’inin ihracata konu olduğu görülmektedir. Ticaret Bakanlığı verilerine göre; söz konusu ihracatın demir-çelik sektöründe %32’si, alüminyum sektöründe %53’ü, çimento sektöründe %11’i, gübre sektöründe %23’ü ve elektrik sektöründe %84’ü AB ülkelerine yapılmaktadır.
Türkiye, ülke sınırları içinde bu 6 sektörde üretilen ürünler için bir karbon piyasası oluşturamaz ise ‘sınırda karbon düzenlemesi’ uygulaması gereğince, karbon vergisi ödeyecek.
Avrupa Birliği, 23 Ekim 2023 ile 31 Aralık 2025 tarihleri arasını ithalatçıların karbon ayak izini raporlama yükümlülüğü olan bir geçiş dönemi olarak planladı. 1 Ocak 2026’dan itibaren ise Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması tam anlamıyla çalışmaya başlayacak.
AB’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ile amacı karbon yoğun malların üretimi sırasında doğaya salınan karbona küresel düzeyde adil bir fiyat koymak ve sadece AB’de değil, AB ile ticaret yapan tüm dış ülkelerde daha temiz sanayi üretimini teşvik ederek, çevre politikalarının küresel düzeyde takip edilmesini sağlamak olarak belirlenmiştir.
Türkiye, AB ile aynı kalibrede bir karbon piyasası oluşturup, karbon salınımını kendi içinde fiyatlandırır ise; AB’ye ihracat yaparken karbon emisyonlarını ve ödenen vergileri belgelendirmek dışında bir engel ile karşılaşmayacaktır. Aksi taktirde, içeride almadığımız vergiyi AB sınırında ödetecekler ve vergi AB’nin kasasına girecek.
Türkiye’de TÜİK verilerine göre; toplam sera gazı emisyonlarında en büyük pay, enerji kaynaklı emisyonlara aittir. Bu sektörü endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı, tarım ve atık sektörü takip etmektedir. Karbon yoğun yakıtları kullanan üreticilerin, ilave vergi yükünü tüketicilere yüklemek isteyecekleri muhakkak. Bu vergilerden etkilenmek istemeyen tüketicilerin bu ürünler yerine, salınım değerleri düşük olan veya yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan üreticilerin ürünlerini tercih edecekleri beklenebilir.