Türkiye’nin en ünlü ve başarılı teknik direktörlerinden Mustafa Denizli’nin kızı olarak tanıdık Lâl Denizli’yi. O, artık Çeşme Belediye Başkanı. Genç başkan ile siyasetteki yolculuğunu, etiket mücadelesini hayallerini konuştuk. Ben kendisini pek sevdim, sizin de tanımanızı istedim.
■ 30’lu yaşların başındasınız. Aslında Mustafa Denizli’den dolayı kafamızda bir Lal Denizli var. Bir futbolcu kızı olarak sizi herkesten daha iyi anlayabileceğimi düşünüyorum. Ve soruyorum. Bambaşka bir hayat çizebilirdiniz kendinize, konforlu bir hayat. Ama siz siyaset gibi dikenli bir alana girmeyi tercih ediyorsunuz. İlk bunu istediğiniz ana gidelim isterim. Nasıl karar verdiniz?
Bir etiketle hayata başlamanın avantaj ve dezavantajları her zaman oluyor. Hayatımın hatırı sayılır yılları “Lâl kim”; onu göstermeye çalışmakta geçti. Buna gerek olmadığını anlamam epey vakit aldı. Birçok etiket yapışabilir insana. Benim de etiketim “Mustafa Denizli’nin kızı” oldu. Yanlış anlaşılmasın bundan dün de, bugün de daima büyük bir gurur duydum. Üstelik babamın mesleğine olan tutkunluğu, yaptığı işe duyduğu saygı ve mesleğinin bir strateji ve iletişim alanı olması bana ilham verdi. Fakat yaptığın iyi veya kötü her şeyin birinin kızı olmakla tartılması yorucu oluyor. Ben kafama 15 yaşımda ‘Gülünün Solduğu Akşam’ı okuduğumda ne yapmak istediğimi koymuştum. O an itibariyle Türkiye’nin yakın siyasi tarihine ilişkin okumalar yapmaya, siyaset yapabileceğim alanları yaratmaya, Siyaset Bilimi okumaya karar verdim. “Uygun” görülen hayatı yaşamayı değil, istediğim hayatı yaşamayı seçmiştim yani. 18 yaşımda Cumhuriyet Halk Partisi’nin kapısından ilk girdiğim an itibariyle uzunca bir süre kim olduğumu bilmeyen çok sayıda partili arkadaşımız vardı. Ne yalan söyleyeyim en kolayı da o zamanlardı. Öğrenildiği andan itibaren iki alan arasına sıkıştırıldım; “Kesin babası torpil yapacak” ve “Kıza bak helal olsun, hiç mecbur değilken neler yapıyor”. Bu ikisi de beni eşit derecede rahatsız ediyordu. Çünkü bir başka yol arkadaşımın karşılaşmadığı ‘aşırı takdir’ veya ‘aşırı önyargı’ ile sürekli kendimi daha fazla çabalarken buldum. Gençlik kollarındaki ilk iki-üç senem böyle geçti. Daha sonra ilçe başkan yardımcısı ve eğitim sekreteri oldum. O zaman artık bütün yan etiketlerden sıyrılıp, ‘partili Lâl’ olarak kabul görmeye başladım. İnsan sevdiği şeyi yaparken zamanın ne kadar hızlı geçtiğini, tutkuyla mücadele ederken 11 seçimde aktif görev aldığını, partinin mutfağında hayalleri uğruna geçen zamanı hiç fark etmiyor. Hayatta hiç bir şey beni siyasette aldığım görevler kadar eğitmedi.
■ Instagram paylaşımlarınızı görüyorum. İngilizce, Fransızca… Nasıl bir eğitim aldınız?
Lycée Français Pierre Loti mezunuyum. Bu sebeple Fransızca biliyorum. Yine aynı okulda İngilizce ve İspanyolca öğrendim. Ardından lisede bir dönem Paris’te okudum ve lise bitince İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde İngilizce eğitim gördüm. Ailem sayesinde aldığım bu iyi eğitimin kıymetini okuldayken değil ama mezun olduktan sonra çok iyi bildim ve bunun için aileme hep çok müteşekkir oldum. Açık konuşmam gerekirse, özellikle ortaokulda çok parlak bir öğrenci değildim. Kendime göre bir adalet anlayışım vardı ve çok isyânkardım. Sürekli sistemi sorgulayan ve bundan bir tartışma zemini yaratan “o” öğrenciydim. Lise birinci sınıf itibariyle özellikle siyasi merak hayatıma girince daha çok okuyan birine dönüştüm, ama asıl üniversitede sevdiğim şeyi okuyunca daha büyük şevkle sarıldım eğitimime. Geçtiğimiz günlerde üniversiteden bir hocamla Çeşme’de karşılaştık, bütün üniversite hayatım boyunca en saygı duyduğum hocalarımdan biriydi. “Benim için siyasette nereye kadar geleceğini tahmin etmek Türkiye’de zordu ama bir şeyler olacağından hep emindim” dedi. Yüzlerce öğrenci eğitmiş bir profesörün aklında bu şekilde yer etmiş olmaktan çok büyük mutluluk duydum.
Gözlem alanım çocuklardı
■ Sosyal sorumluluk alanında da çokça çalıştınız. Depremler vs. Ama benim asıl ilgimi çeken 2015’te Diyarbakır’da Doğu Batı Çocuklarının Yaşamsal Gözlem Raportörü oluşunuz. Orada bilmediğiniz neyi anladınız?
Deprem, pandemi gibi konulara bir sosyal sorumluluktan ziyade bir vatandaşlık görevi olarak bakıyorum. Bazı şeyler planlı olmaz, sadece yapılması gerekir ve yapılır. Dilerim bir daha alanlarda o şekilde bulunmak durumunda olacağımız günleri yaşamayız. Diyarbakır farklı. O dönem öncelikle ülkeme dair bilgilerimin önemli bir bölümünün ezbere dayandığını anladım.
Ve itiraf etmem gerekirse kendimi en cahil hissettiğim zamanlar o dönemdi. Bildiğini düşündüğün şeylerin ezber bilgiler olduğunu anlamak insanda müthiş bir sorgulamaya yol açıyor. Benim gözlem alanım çocuklardı. Aynı yaş grubundan çocukların, aynı ülkenin batısında ve doğusunda konulara bakış açılarını, görüş farklılıklarını ve daha da önemlisi farkındalık oranlarını gözlemlemek muazzam bir tecrübe oldu benim için.
■ Peki neden CHP’de siyaset yapmaya karar verdiniz. Her kademede çalıştınız değil mi?
14 sene boyunca gençlikten ana kademeye kadar partinin birçok alanında tozunu yuttum diyebilirim. Her zaman söylüyorum, en büyük okulum. Bir kere Atamızın en büyük iki eserimden biri dediği bir yuva. İlk etapta o mirasa sahip çıkma dürtüsü mutlaka vardı. Fakat inanır mısınız bu bir karar değildi, en azından benim tecrübem öyle olmadı. Ben kapıdan girdim ve bir daha çıkmadım. Bu uzun yıllar sürecek diye bir karar vermedim yani, tamamen ait hissetmekle ilgili.
■ CHP, gençlere ve kadınlara çok öncelik verdi bu seçimlerde. Zorlandığınız alanlar oluyor mu?
Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel ve yöneticilerimiz partimizde bir değişimin yolunu başlattı. Her ne kadar bazı kesimler bunu bir parti içi kavga olarak yorumlasa da bu hareket tamamen halkın beklentisine kulak verip, sorumluluk almanın yoluydu. Özellikle Türkiye gibi her şeyin incecik bir ipliğin üzerinde durduğu ülkelerde siyaset ve kamu hizmeti adanmışlıkla yapılabilecek şeyler. O nedenle yanlarında ve arkalarında yürümekten bir an olsun şüphe duymadığım bir bütünün parçasıyım. Hiç bir değişim sancısız olmaz, biraz sabır ve çok çalışmayla ortaya sağlam temelleri olan bir yolculuk çıkar. Nitekim yerel seçim sonuçları ülkemizdeki değişim beklentisinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koydu. Yeni şeyler söylemek, yeni yöntemler geliştirmek, halkla arandaki güven köprüsünü güncelleştirerek kurmak çok önemli. Toplum değişiyor, ilgi duyulan alanlar değişiyor, zaman hızla akıyor. Eğer zamanı yakalayamazsak toplumun gerisinde kalmaya mahkûm oluruz. Bu nedenle Genel Başkanımız adayları belirlerken önce halka sordu: “Şehrinizi kim yönetsin istersiniz” diye. Buradaki “kim” bir kişi değil, kadın-erkek, genç, tecrübeli, uzmanlık alanı gibi bir sürü verinin toplamında bir aday profili oluşturma süreciydi. Ardından Parti Meclisi üyelerimiz, il ve ilçelere gidip aday adaylarımızla mülakat yaptılar, son olarak da Genel Başkanımız ve aday belirleme heyetimiz tüm verilerden elde ettikleri sonuçları uzunca değerlendirdikleri bir süreç yürüttüler. Türkiye’de kadın olarak sosyal yaşam içinde eşit koşullarda yer almak bile zor iken, siyaset gibi erkek egemen bir alanda var olmak elbette ki zor. Genel Başkanımızın değişim yolunda ortaya koyduğu en net duruş kadınların, gençlerin siyasette ve yönetici kadrolarda önünü açmaktı. Bunu ilk etapta Parti Meclisimizde, ardından belediye başkan adaylıklarımızda da tecrübe ettik. Şunu söylemek isterim: Partimiz yönetici kadrolarında ve belediye başkanlıklarındaki kadın ve genç yol arkadaşlarımızın tamamı hem eğitim liyakatleriyle hem de parti liyakatleriyle o makamları temsil etme şansına sahip oldu. Tabii ki siyaset içerisinde bir erkeğin muhatap olmadığı sorulara, yorumlara, “becerebilir mi?” gibi çağ dışı yaklaşımlara tabii olunuyor. Bu tarz yaklaşımlarla mücadelenin en güzel yolu doğru işler yapmaktan geçiyor.
■ Sizi 60 yaşında bir belediye başkanından ayıran ne olur? Tecrübe elbet önemli ama ‘yeni nesil belediyecilik’ diye bir şey var mı mesela?
Tecrübe çok kıymetli bir değer. Tecrübesi benden fazla olan birçok partili yol arkadaşımız, kanaat önderi ve geçmiş dönem belediye başkanlarıyla sıcak temas kurmaya ve fikir alışverişi yapmaya çok özen gösteriyorum. Fakat dediğiniz gibi yeni nesil belediyecilik, daha da önemlisi yeni nesil yöneticilik kesinlikle var ve olmalı da. Geçmişin tecrübesiyle güncel beklentileri harmanlayıp, ortaya günümüzle uyumlu bir yönetim modeli koymak zorundayız. Halkın içinde yer alan, toplumu duyan, fikir alışverişinin yapıldığı, beklentilere kulak veren ve sadece alkışı değil ama eleştiriyi de aynı şekilde göğüsleyen bir anlayışı büyütmek önemli.
ÇEŞME TURİZM CENNETİNDEN ÇOK DAHA FAZLASI
■ Belediye Başkanı olarak nasıl bir Çeşme hayaliniz var?
Güçlü, dinamik, potansiyelinin tamamını ortaya çıkaracak bir Çeşme hayalim var. Ve en önemlisi, şu an Çeşme’de yaşayan her kişinin görüşü ne olursa olsun bu sürecin bir parçası hissetmesini istiyorum. Çeşme yerleşik olarak küçük ama senenin iki ayı etkisi çok büyük bir ilçe. Ben iki ay boyunca Türkiye’nin 81 iline ve dünyanın belirli yerlerinden gelenlere hizmet veriyorum desem sanırım abartmış olmam. Çeşme maalesef daha çok deniz turizminin ortaya çıktığı bir kent. Turizm cenneti. Fakat bundan çok daha fazlasına sahip. Bir kere toprak verimliliği özellikle bazı bölgelerde son derece yüksek. Bu da aslında yeni bir turizm alanı açabilecek bir potansiyel; gastronomi ve tarım turizmi. Dünyanın birçok kenti İspanya, İtalya, Fransa gibi ülkelerde bu iki alanda her sene dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğruyor. Termal su potansiyelimizi doğru şekillendirmeyi başarırsak Sağlık Turizmi açısından da güçlü bir potansiyele sahibiz. Bu alanda da belli çalışmalarımız mevcut. Ve tabii ki kültürel mirasımız. Bölgedeki en eski kentlerden birine sahibiz, ama rakamlara bakıldığında kültür turizmi payından hak ettiğini alamayan bir bölge. Bu nedenle kentin potansiyelinin bir bütün olarak ortaya çıkması için çalıştığımız bir dönem olacak. Tabii ki sorunlara da en hızlı çözümleri üreterek.
NORMALDE DEĞİL AMA SAHADA ÇOK SARILIYORUM
■ Çok doğal görüntü veriyorsunuz. İnsanlara çok güzel sarılıyorsunuz, ilk böyle dikkatimi çekti aslında. Çeşmelisiniz ve hepiniz birbirinizi tanıyorsunuz diye mi, yoksa siz böyle biri misiniz?
Seçim dönemi ve sonrasında halk buluşmalarımda söylediğim bir şey olduğundan dürüstçe dile getirebilirim. Sosyal hayatımda çok sarılan veya çok güler yüzlü bir insan olduğum söylenemez. İşin ilginç tarafı benim sadece kendi saha çalışmalarımda değil, öncesinde de birçok seçimde yaptığım saha çalışmalarında bu kadar sarılmam kafamı kurcalıyordu. Bir gün fikrine çok güvendiğim bir siyasetçiye bunu sordum: “Ben sahadayken sürekli sarılıyorum herkese, ama aslında yaptığım bir şey değildir, kendim bile şaşırıyorum bu duruma” diye. O da bana “Belki de kendini en rahat hissettiğin alan odur ve bütün duvarlarından bu sayede kurtulabiliyorsundur” dedi. Kendimi en rahat ve emin hissettiğim yer gerçekten saha çalışmaları, mahalle buluşmaları oluyor. Bence siyasetin en filtresiz hali vatandaşla bir arada olunan zamanlar. Vatandaşa -mış gibi- davranmanın bir siyasetçi için kolay olduğu zannedilir ama öyle değil. Yurttaşlarımız bir kişinin kendilerine samimi yaklaşıp yaklaşmadığını çok güzel analiz edebiliyor ve bütün kanaatini de o temas üzerinden oluşturuyor.
HAYATIMIN HİÇBİR DÖNEMİNDE MAKYAJ YAPMADIM
■ Yine dikkatimi çekti. Hiç makyaj yapmıyorsunuz sanki…
Hayatımın hiç bir döneminde makyaj yapmadım. Karşı olduğum için değil, biraz değişik olacak belki ama yakışmadığı için. Hatta şöyle şeyler yaşadık bu süreçte; adaylık fotoğraf çekimim için bir ekip Çeşme’ye geldi İzmir’den. Çok tecrübeli bir makyöz arkadaşımız da ekiple beraber profesyonel çekim makyajı için buradaydı. Bir yandan makyaj yapılıyor bir yandan sohbet ediyorum. İşlem tamamlandı, aynaya bir baktım sinirim bozuldu, “Bu ben değilim” diye enerjim düştü. Sonra büyük bir bölümünü sildik. Kalan makyajla olan fotoğrafları kullandığımızda da tüm adaylığım boyunca bunlara bakıp, “Bu ben değilim” hissini yaşadım. Sadece ekibimin ısrarıyla bazı etkinliklerde nadiren de olsa dudağıma hafif renk katacak bir şey sürüyoruz.