Çeşitli bölgelerdeki muhtarları 12’nci defa toplayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Alman Başbakanı Merkel’e “Gelme” diyen akademisyenlere çatarak “Bunlar birer MANKURT’tur! Kendi ülkelerinden nefret ederler!” dedi.
“Mankurt” ülkemizde pek bilinen bir ifade değil. Bu nedenle çok kişi merak etti, “Acep nedir?” diye...
Evet, nedir mankurt?
Sizlere, Orta Asya’daki Türklerin ünlü bir söylencesi olan “Mankurt efsanesini” anlatmak istiyorum.
Ülkemizdeki bir kısım insanların mankurtlaştığı ifadesi doğrudur ama, bunlar, Recep Tayyip Bey’in hedef aldığı kişiler midir? Yoksa başkaları mı?
Anlatayım, siz karar verin.
* * *
“Mankurt” sözcüğü, Türk dünyasının en büyük yazarlarından olan ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un (1928-2008) anlattığı bir öyküdür.
Orta Asya ülkelerindeki “Mankurt” efsanesini “Gün Olur Asra Bedel” adlı romanında yazan Aytmatov, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felâketin, toplumun mankurtlaşması olduğunu söylerdi.
Mankurtlaşmak, günümüzde ulusal kimlikten uzaklaşmak, topluma ve kültüre yabancılaşmak, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleşmek, dünyayı yöneten egemen güçlere yaranmak anlamında kullanılıyor.
Beyni yıkanarak mankurtlaştırılan kişi, düşmanını efendi olarak kabul ediyor, kendi halkına ve değerlerine karşı savaşan bir köle oluyor!
Bu, elbette ki öyle kısa bir sürede olmuyor. Uzun bir zaman dilimine yayılıyor, ulusal refleksler yavaşlatılıyor, millî direnç kırılıyor!
Bir toplum nasıl Mankurtlaşıyor?
Mankurt, efendisine sadık, onun sözünden asla çıkmayan, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen, efendisinin emriyle öz annesini bile öldüren bir yaratık!
Orta Asya’da, Juan-Juan isimli barbar bir toplum, tutsak ettiği insanları nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların hafızalarını silermiş. Bunu şöyle yaparlarmış:
Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bu arada bir deveyi keser, derisinin en kalın yeri olan boynundaki deriyi tutsağın kanlar içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış.
Kuruyup büzülen deri, kafayı mengene gibi sıkıp, dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış.
* * *
Tutsak, kafasını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek paralayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört-beş gün aç-susuz bırakılırmış.
Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölür, kalanlar ise belleklerini yitirirmiş.
Tutsak zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toplarmış. Ama artık o bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olurmuş.
Bir mankurt, kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını, babasını ve çocukluğunu bilmezmiş. Bilinci ve benliği olmadığı için, insan olduğunun bile farkında değilmiş...
Ağzı var, dili yok, itaatkâr bir hayvandan farksız. Kaçmayı hiç düşünmeyen bir köle. Onun için önemli olan tek şey karnını doyurmak ve efendisinin emirlerini yerine getirmek...
Ulusal kimliğimiz büyük saldırı altında!
İşte toplumumuzda olup bitenleri, “Mankurt efsanesi” ile değerlendirmek gerek... Bugün, Türk toplumunun “mankurtlaşmasına” çalışanlar var.
Bir kısım medya bunu yapıyor!
Ulusal kimliğimiz, kişiliğimiz, büyük bir saldırı altında...
Geçmişimiz ve kim olduğumuz bize unutturulmak isteniyor.
Bazı programlar, sanki insanlarımızı mankurtlaştırmak için düzenleniyor!
Televizyonda “Ben Atatürk’ü sevmiyorum. Humeyni’yi seviyorum” diyen genç kadını hatırlayın. Onun kendisine benzeyen bir arkadaşının: “Türkiye’yi İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar işgal etmiş olsa, belki de daha iyi olurdu. Yabancı manda altında inançlarımızı, dinimizi daha iyi yaşayabilirdik.” şeklindeki sözlerini düşünün...
Bu köleleşme olgusudur, ülkemizdeki mankurtlaşma çabalarının bir bölümüdür!
Bu süreçten, silkinip kurtulmak zorundayız!
Günün Sözü
Vaatler ülkesinde insan açlıktan ölür!