Türkiye’de medyanın bağımsızlığı uzun yıllardır tartışma konusu. Son olarak, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un, Sözcü gazetesine reklam vermeyeceğini açıklaması, bu tartışmaları yeniden alevlendirdi.

Ali Koç’un bu kararı, gazetenin kendisiyle ilgili bir haberi nedeniyle aldığı iddia ediliyor: Sözcü’nün, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın elinden baklava yemesini eleştiren bir haber yapması.

Medya, demokratik toplumların temel taşlarından biridir. Görevi, iktidarı, muhalefeti, sivil toplumu, spor kulüplerini ve diğer tüm aktörleri tarafsız bir şekilde denetlemek, eleştirmek ve kamuoyunu bilgilendirmektir. Bir gazetenin, bir siyasi figürle bir spor kulübü başkanının etkileşimini eleştirmesi, tam da bu denetim mekanizmasının bir parçasıdır.

Ancak Türkiye’de medya kuruluşları, finansal baskılarla sık sık karşı karşıya kalıyor. Reklam gelirleri, birçok gazete ve televizyon kanalı için hayati önem taşıyor. Özellikle büyük şirketlerin ve holdinglerin reklam vermeyi kesme tehdidi, medya organları üzerinde bir otosansür mekanizması oluşturuyor. Ali Koç’un Sözcü’ye reklam yasağı koyması da bu tür bir baskı örneği olarak görülebilir.

Ali Koç, bir iş insanı ve spor kulübü başkanı olarak elbette reklam bütçesini dilediği gibi yönetme hakkına sahiptir. Ancak bu kararın, Sözcü’nün eleştirel haberi sonrasında gelmesi, “hoşuna gitmeyen haberi yapan medyayı cezalandırma” algısı oluşturuyor. Eğer medya, ekonomik kaygılarla eleştiri yapmaktan çekinirse, geriye ne kalır?

Bu durum, sadece Sözcü ile sınırlı değil. Türkiye’de pek çok medya kuruluşu, benzer baskılar nedeniyle kendini sansürlemek zorunda hissediyor. Hükümete yakın şirketlerin reklamları, muhalif medyaya kesiliyor; belediyelerin ilanları sadece yandaş gazetelere veriliyor. Bu da medyanın özgürlüğünü ve çoğulculuğunu baltalıyor.

Ali Koç’un Sözcü’ye reklam vermeme kararı, medya özgürlüğü açısından endişe verici bir emsal oluşturuyor. Eğer her güçlü isim, kendisiyle ilgili eleştirel haber yapan medyayı ekonomik yaptırımlarla cezalandırma yoluna giderse, gerçek gazetecilik yok olur.

Demokrasilerde güç sahipleri, eleştiriyi bir “tehdit” değil, toplumsal denetimin bir parçası olarak görmelidir. Medya, iktidara da muhalefete de, spor kulüplerine de şirketlere de eşit mesafede eleştiri yapabilmelidir. Reklam gelirleri, bu özgürlüğün kısıtlanması için bir araç olarak kullanılmamalıdır.

Unutulmamalıdır ki, gerçek güç, eleştiriyi kaldırabilmektir.