Popülizmin yükselişiyle birlikte keskin siyasi kutuplaşma ülkenin düşünsel hayatını teslim aldı. Siyasi alan “dost”-“düşman” kategorisine ayrılarak, “biz” ve “onlar” savaşına dönüştürüldü.

“Biz”;  iyi, doğru, adaletli, ahlaklı, tehdit altında mağdur ve üstün- değerli olmak...

“Onlar”; kötülüğün, kalitesizliğin, zalimliğin, adaletsizliğin, vasatlığın, kötülüğün adresi...

Her “mahalle” karşıtını/karşısını böyle görüyor...

Kimse “ötekileştirdiğini” duymak- okumak istemiyor. “Ama” diyenin meydanlarda/sosyal medyada “asıldığı” süreçten geçiyoruz...

Aklı/ sağduyuyu kaybettik. Bin kez “rekabet demek, çatışma demek değil” desek de dinleyen kim?

Ülke, “öfke coğrafyasına” dönüştürüldü. “Hain”, “samimiyetsiz”, “dönek” , “ikiyüzlü” gibi aşağılama sözleri havada uçuşuyor!

Kimse, anlama peşinde değil; hiç araştırmadan- gerçeği öğrenmeden irrasyonel/ akıldışı yaftalama/ kara çalma peşinde...

Popülizmin yarattığı cehaletin, yozlaşmanın, kirliliğin sonucu bu...

★★★

1960’lar-1970’lerde kutuplaşma ideolojik idi.

1980’ler- 1990’larda kutuplaşma kimlik/etnisite merkezli oldu.

2000’lerden sonra kutuplaşma popülizm üzerinden yürütülüyor.

Popülizm;  “öteki” veya “düşman” oluşturarak, destek kitlesini güçlendirmek ve mobilize etmek suretiyle, kendi siyasal argümanlarını popülerleştirme yöntemidir...

Toplumsal programı ve sistematik ideolojisi yoktur. Demokrasi araçtır.

İtibariyle:

Demokratik siyaseti tahrip ederek, işlemez hâle gele getirerek, demokrasiyi hızla var oluştan, yok oluşa dönüştürür...

Ülkede sorunumuz olan otoriterliğin en önemli hususu, siyasetin tahrip edilmesi, ezilmesi ve siyasetsizliğin kabul görmesidir! Evet:

Kutuplaşma, demokratik siyaseti devre dışı bırakarak otoriter siyaseti ve şiddeti besler. Böylece demokrasinin varlığını tehlikeye sokar.

İşte... AKP iktidarı ile bunu 20 yıldır yaşıyoruz. Ki bu bulaşıcı “popülist virüs” tüm ülkeye yayıldı! Bu “hastalığın” emareleri; çatışmacı dil, ötekileştirme ve akıl dışı ithamlar ile kendini gösteriyor...

Bakınız:

Demokrasi, sürekli sahip olunan bir rejim değil; sürekli dikkat edilmesi ve korunması gereken bir süreçtir...

Toplumsal yaşamda birlikte yaşamak için elzem olan işbirliği ve uzlaşmanın tahrip edilmesi demokrasi için ciddi risk doğurur. Demokrasinin işlemesi, demokratik siyasetin varlığına bağımlıdır...

Heyhat... Bu keskin seçim ortamında bunu kime anlatabiliriz ki?

★★★

Seçim sürecinde görülen şu:

Yaşadığımız dışlayıcı ve düşmanca ilişkilerinin sebebi “duygusal kutuplaşmanın” olmasıdır.

Böylece insanlar, karşı “mahallenin” üyelerine yönelik, toplu hoşlanmama, husumet, düşmanlık ve güven eksikliği içeren duygular besler...

Burada, siyasi- ideolojik tercihler pek söz konusu olmaz. Duygusallığın ittifakıdır bu:

-Ya bendensindir ya da düşmanımsındır!

Bu kutuplaşmada kişi, dış gruba yönelik düşmanca duygular üzerinden kendi “sosyal kimliğini” oluşturur.

Öyle ki, sosyal alanlarının ayrışmasına, diğer kampın üyeleriyle etkileşimden kaçınmaya, sosyal mesafe koymaya, diğerlerini dışlamaya herkesi zorlar!

Mesela:

AKP’li veya Memleket Partili olmasan bile, oradan bir arkadaşın olması bile kabul edilemez hale gelir. Eğer varsa, AKP’nin 20 yıllık geçmişine ve ileride yapacaklarına ortaksındır demektir!

Böylesine ruh halinin, -örneğin- her Suriyeliye, Afganlıya, Pakistanlıya düşmanlıktan farkı yoktur.

Geldiğimiz yer burası; sosyal grubunun sevmediğini dışla! Ne derece sertsen, kendini o derece seversin ve o derece “sosyal grubuna” bağlısındır çünkü!

Kimseye haksızlık etmek istemem. Sadece düşünsel yoksunluk değil; nispi temsilin olmadığı, bir oy fazla alanın siyaseten her şeyi kazandığı böylesine rekabet ortamı da bu tür kutuplaşmaya çanak tutuyor...

Sonuçta:

Hakikati katleden popülizmin zaferidir bu...

Medyanın ve (yapılan araştırmaya göre) elitlerin rolü bunda büyük.

Kutuplaşmanın şiddete nasıl yöneleceğini yazmak bile istemiyorum. Umarım sağduyuyu kaybetmeyiz.