İki Türkiye var artık!

Bir tarafta yaşatılanların, haksızlıkların ağırlığı altında ezildiğini hissedenler.

Öbür tarafta hiçbir şey hissetmiyormuş gibi davrananlar...

Hissizlik mümkün mü?

Değişik bir canlı türüyüz. Yüzyıllardır bilim insanları çözemedi, yapay zekanın aklı bile ermiyor bize... Tereddüt etmeden milyarlarca liralık ihaleyi verip, tanıdık birine melek oluruz. Ölüyorum diyenlere zırnık koklatmaz şeytana döneriz!

Anormal olan mı normal, normal olan mı anormal karıştı.

Hangi tarafta mıyım?

Hissettiklerimi aktarmaya çalışayım, anlayın siz...

***

Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir mahallede geçti çocukluğum.

Adını unuttum çok çocuklu bir ailenin ben yaşlarda oğlu vardı, sarışın çakır gözlü. Hayal meyal ama anımsıyorum işte! Annesi ‘eli belinde’ sert bir kadındı. Bugünden bakıp geçmişi suçlayamam, kimbilir ne derdi vardı ki öfkesini çocuklarından çıkarır, sık sık döverdi onları. Ben yaştaki oğlan neredeyse her günkü dayak faslından sonra evlerinin önünde, yerde öylece otururdu. Göz yaşları kirli yüzünde yol yol kurumuş, saçları dağınık, elinde bir parça sanayağlı ekmek.

Gözgöze gelmemeye çalışıp yine de bakardım yüzüne hayretle.

Nedenini bilemesem de hayretle baktığıma eminim!

Bugünlerde o çakır gözlü, sarışın çocuk gibi hissediyorum kendimi. Eline tutuşturulan bir parça ekmekle evinin önündeki çaresizlik çukuruna çöküp kalan!

783 bin 562 kilometrekarelik Anadolu’nun bir yerinde, en yakınından, onu en fazla sevmesi gerekenden, görevi kötülüklerden koruyup kollamak olanlardan hemen her gün dayak yiyip, azar işitip, kandırılıp, dolandırılıp, yalan söylenip, kafasına vurulup, kıçına tekme atılıp, tahrik edilip, taciz edilip, tecavüz edilip, kovulup, sindirilip, korkutulup, elle, dille sarkıntılık edilip, gözü morartılıp, yüzüne tokat atılıp, koluna bacağına sigara basılıp, çıplak aranıp, yarasına tuz basılıp, suçlanıp, yargılanıp, hapse tıkılıp, çileden çıkarılıp, umudu kırılıp, umudu kırılıp, bir daha, bir daha, bir daha kırılıp bırakılan bir çocuk gibi.

Size de olur mu?

Görüp unuttuğumu sandığım bazı şeyler ansızın aklıma geliyor, taşlar oturuyor yerine...

Çocukluğumun İzmiri’ne gittim ve sarışın çakır gözlü oğlana neden hayretle baktığımı buldum!

Hayretle bakıyordum, çünkü onu en çok sevmesi gerekenden yediği onca dayağa, karşılaştığı onca aşağılanmaya rağmen kapının önünde oturup her akşam yine o eve giriyordu. Yarın başına gelecekleri bile bile hem de.

Kocaman adam olmuştur artık, kendisi bile unutmuştur o günleri. Ben onun için değil zaten, bugünkü halimiz için üzgünüm.

Onca aldatılma, onca dayaktan beter yaşadıklarımıza rağmen ve yarın başımıza neler geleceğini bile bile hepimiz her akşam dönüyoruz Anodulu’daki bir yerlerimize!

28 Mayıs’ta memlekettin hisseden ve hissetmeyenleri oy verirken bilmiyor muydu başlarına nelerin geleceğini?

En hissizmiş gibi davrananları bile bal gibi biliyordu! Birbirinden hiç farkı olmayanlar arasında seçim yapıp kimi oraya kimi şuraya, ama sonuçta aynı çatı altına girdi.

Tıpkı o çakır oğlan gibi bizim de gidecek, sığınacak, iyi bir şey olmasını umacak başka yerimiz yok çünkü!

Olmadığı için bakın ne oluyor mesela...

Devletin kurumu AFAD 18-20 milyon nüfuslu İstanbul için bir rapor hazırlayarak, “Deprem İstanbul’un tüm ilçeleri için ‘yüksek’ risk oluşturmakla birlikte; özellikle Adalar, Avcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Beylikdüzü, Büyükçekmece, Küçükçekmece, Maltepe, Tuzla, Üsküdar, Zeytinburnu ve Sultanbeyli ilçeleri ile yakın mahalleler olası büyük depremden ‘yoğun’ olarak etkilenecek” dedi.

Devlet kurumu olduğu için ‘başımıza yıkılacak’ diyemedi ama bu ilçelerde ‘her an yaşanabileceği söylenen’ depremden etkilenecek mahalleleri söylenmedi denmesin diye isim isim raporuna yazdı.

Yüzbinlerce ev, milyonlarca insan demek bu!

Yediğimiz dayaklara, bize dayatılanlara, çekilen onca yokluğa, sıkıntıya rağmen ve yarın başımıza neyin geleceğini kesinlikle bile bile ne yapıyoruz peki?