Albay V. Murat Tulga, Balyoz Davası kapsamında 32 ay cezaevinde yattı. 16 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sonra bu davanın tümden “kumpas” olduğu anlaşıldı ve beraat etti. Kendisinin, meslektaşlarının bu süreçte yaşadıklarını kitap haline getirmek istedi. Ancak yayıncılar bu konulara pek sıcak bakmayınca kendisi Galeati isimli yayınevini kurdu. Birçok yayınevinin basmaya cesaret edemediği kitapları yayımladı ve halen bu işi sürdürüyor.
O da, Harbiye bitirmiş, teğmen olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) göreve başlamıştı. Teğmen olmanın sevincini, coşkusunu yaşamıştı. Bir grup teğmenin ellerinde kılıçlarıyla yemin etmesi farklı noktalara çekilirken, komuta kademesinin, Milli Savunma Bakanlığı’nın sessiz kalması, AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in açıklamalarının arkalarına sığınılmasına üzüldü. Emekli Albay V. Murat Tulga, “Teğmen rütbesi, rütbelerin en güzeledir. Teğmen, TSK’nın gözbebeğidir, kıtaların itici gücüdür” dedi.
ÇAKI GİBİ TEĞMEN
Genç teğmenler, kıtalara katıldıklarında komutanlarının gözleri onların üzerinde olur. Tam olarak üzerlerine uydurdukları üniformaları, nizami olarak kuşandıkları teçhizatları, selamları, esas duruşları ile kıtalara ayrı bir heyecan, ayrı bir dinamizm getirir. “Çakı gibi Teğmen” denilirdi. Hele bu teğmenlerden birisi, kendi birliğine atanmışsa, değmeyin o komutanın keyfine. Katılımdan sonra diğer subaylarla tanıştırma faslı başlar.
Sonra emirlerin verilmesi, uzaktan nezaret ve kontroller başlar. Askerlikte temel prensiptir, “Mesleğin aslı kıtadır.” Teğmen Harbiye’den her türlü bilgi ile donanımlı gelir, fakat bu bilgiyi kıtalarda pekiştirmesi, tecrübe kazanması gerekir. Murat Albay, şunları anlatıyor:
“Hal böyle olunca iyi veya kötü teğmen olmaz, fakat layıkıyla eğitimini pekiştirmemiş, yeterince kendisine sorumluluk verilmemiş, üzerine yeterince eğilinmemiş teğmen olur. En azından bizler böyle biliriz, böyle görmüştük, böyle yetiştirilmiştik. Bizim tedrisat böyleydi. Bu yüzden, teğmenlerimizi yalnız bırakmaz, ufak görevlerden başlayarak, daha ağırlaşan sorumluluklar ve emirler vererek onların pişmesini sağlar, bir üst rütbelere hazır etmeye çalışırdık. Eğitim ve olgunluk seviyelerini görmek içinde onları uzaktan kontrol eder, neleri yapıp, yapamadıklarını, hangi konularda noksanlıkları olduğunu görmeye çalışır, komutanları olarak, onlara öğretmeye gayret ederdik. Sadece biz mi? Tüm subaylar bu nezaret ve kontrolü aynı hassasiyet ile uygularlardı. Onlar göz bebeğimiz, geleceğimiz, kıtaların itici gücüydü.”
AĞABEY-KARDEŞ İLİŞKİSİ
Yeni bir teğmenin katılışı o birliğe ivme kazandırır, atış, eğitim, bakım flamaları kazanılmaya başlar, birliğe farklı bir disiplin ve ruh gelir. Komutanları bu gelişmeleri heyecanla izler, destek olur, gururla teğmeni sahiplenir, ona daha fazlasını verme, öğretme ve eğitme gayreti içerisinde olur. Artık aralarında bir amir ve ast ilişkisinden öte ağabey- kardeş ilişkisi de yeşerirdi.
Teğmen de hata yapar. Murat Tulga, “Çünkü teğmenin kanı deli akar, gençliğin verdiği heyecan her türlü hataya müsaittir. Böyle durumlarda onları sertçe uyarırdık. Ama teğmenler bu uyarının, bir büyüğün zaman zaman çektiği kulak olduğunu bilirdi. Teğmenimize her türlü sorumluluğu verir fakat onları her tehlikeden korur, genç rütbelerinin ilk günlerinde başlarına bir bela gelmesin diye de her türlü özeni gösterirdik. Bizim tedrisatta teğmene kızılırdı, sert çıkılırdı fakat ceza verilmezdi. Çünkü onlar mesleğin ilk adımlarını çıkmaktaydılar, pırıl pırıldılar, bu pırıltıyı, temizliği, bu büyüyü bozmak istemezdik. Ayrıca onların sosyal hayatlarını yoluna koymaları, kariyerlerini daha yukarı çekmeleri için de örnek olmaya, tecrübelerimizi aktarmaya çalışırdık. Onların üst rütbelere, makamlara ulaşmaları bizim için büyük mutluluktu” diyor.
DARBE ZİHNİYETİYMİŞ!
Harp Okulu’nda mezuniyet ve rütbe töreni sonrası teğmenlerin ant içmesini “Darbe zihniyeti” olarak görenler oldu. O yüzden ifadelerinin alınması, hatta ihraç edilmeleri bile istendi. Burada garip olan, teğmenlere kendi kurumlarından bir destek gelmemesiydi. Onlar da teğmen olarak TSK’ya katılmış olmalarına rağmen ne Kara Kuvvetleri Komutanı ne Genelkurmay Başkanı ne de Milli Savunma Bakanı teğmenlere sahip çıkmadı. Onların mezuniyet sevinci ve heyecanını, Atatürk sevgisinden memnun olduklarını dile getirmedi. Ne dedi o teğmenler:
“Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde Milletime ve Cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında Vatan, Cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine and içerim.”
Bunu yetersiz görmüş olacaklar ki laiklik ve Atatürk’e bağlılıklarını ayrıca vurgulamışlar. Teğmenler ettikleri yeminin gereğini yerine getiriyorlar. Aynı sıralarda öğrenim gördükleri, aynı okuldan mezun olmakla gurur duydukları Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri olmakla övünüyorlar. Durum bu kadar basit.
Adalet Bakanı, “Toplum kesimlerini, milletimizi rahatsız edecek eylem ve söylemlerden kaçınmak lazım” demiş. Kim neden rahatsız olmuş acaba? Harbiye Marşı kimi rahatsız ediyor? O marşta, Cumhuriyetimizin kanla, irfanla kurulduğu, Harbiyelilerin Türk vatanı üstünde sönmez bir güneş olduğu hatırlatılıyor. Genç teğmenlere düşen görev o marşı hatırlamaları ve hatırlatmalarıdır. İşte, onlar da bunu hatırlattı.