Bebek, çocuk, kadın cinayetleri, kara para, yolsuzluk, yoksullukla geçen bir yıl 2024. Yazar Ahmet Ümit’e göre Türkiye bir polisiye yazarı için vaha. “Bir polisiye yazarı olarak esinlendiğim değil, utandıran bir duygu olduğunu söyleyebilirim” diyen Ümit ile 2024’ü ve suçu masaya yatırdık.

Beyoğlu’nun en güzel abisi Ahmet Ümit, “Böyle giderse insanların gülümsemesi için bir neden kalmayacak” diyor.

- Bir yılı daha geride bırakıyoruz. İleride size 2024’ü sorsalar nasıl hatırlayacaksınız?

2024’ü çok kötü hatırlayacağım. Türkiye son yıllarda oldukça kötü yerlere gidiyor. Bir yandan inanılmaz bir yoksulluk var. İnsanların alım gücünün bu kadar düştüğünü hiç hatırlamıyorum. 64 yaşındayım, Türkiye’nin çok değişik dönemlerini yaşadım. Neredeyse bütün iktidarları, darbeleri gördüm. Fakat zenginle yoksul arasındaki uçurumun bu kadar arttığını hiç görmemiştim. Sadece ekonomik kriz değil, aynı zamanda toplumsal yozlaşmanın, ahlaki bozulmanın, paranın en büyük değer sayılmasının bu kadar ayyuka çıktığı ve bu kadar normal sayıldığı bir dönem görmedim. İnsanların açıkça diğer insanları yok etmeye çalıştığını, gücün hakkın ve adaletin yerine geçtiğini 2024’e gelinceye kadar bu kadar yoğun görmedim. O yüzden 2024’ü 64 yıllık hayatımda en lanetli yıllardan biri olarak hatırlayacağım.

- Türkiye, 2024’te Narin Güran cinayetini ve Yenidoğan Çetesi’ni konuştu. Nasıl izlediniz bu haberleri?

Narin Güran cinayeti korkunçtu. Yenidoğan Çetesi de en az onun kadar korkunçtu. Ben cinayet romanları yazarıyım. Suçu anlatıyor, suçu yazıyorum. Dünyada ve Türkiye’de suçu takip ediyorum. Fakat bunlar artık hakikaten insanın ne kadar korkunç şeyler yapabileceğini, para için kendi ailesini ya da feodal kültürünü korumak için ne kadar canavarlaşabileceğini gösteren korkunç örneklerdi. Beni asıl korkutan toplumsal olarak lanetlense de feodal kültürün olduğu, paranın her şeyin temeline oturtulduğu ülkede bu suçların tekrarlanabileceği. İnanın bu iki örnekte de gözyaşlarımı tutamadım. Büyük bir nefretle izledim. Bir polisiye yazarı olarak esinlenemiyorum bile, o kadar ürpertici, o kadar korkunç ki. Romanda anlatmak bile tiksindirici geliyor.

DİLAN POLATLAR ÖRNEK ALINIYOR

- Son kitabınızda örneğin mafya üyeleriyle uyuşturucu baronlarıyla kol kola olan bir eski bakan var, yasa dışı ve kaynağı belirsiz parayı piyasaya sürmeye çalışanlar var. Bugünün Türkiye’sinde siyasete göbekten bağlı çeteler var. Bir Dilan Polat vakası yaşadık. Her gün yeni bir video, üzerine saatlerce konuşabiliriz. Ama bakıyorsunuz takipçileri artıyor. Kolay ve çok para kazanmak istiyor insanlar. Neden?

Uyuşturucu baronlarının ayrıcalıklı konumlar elde etmeleri ve rahatça var olabilmeleri, 250 bin dolara vatandaşlık satın alabilmeleri, Interpol tarafından arandıklarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldukları için teslim edilmemelerini son 20 yılda yaşanan büyük değişimin bir parçası olarak görüyorum. Kara para aklama, Dilan Polat ve benzeri insanların suçları ortaya çıkmış olmasına rağmen, hâlâ sosyal medyada büyük bir takipçisi olması, ahlaki çürüme ve yozlaşmanın ne boyuta geldiğini gösteriyor. Halbuki kınanması, kamu vicdanında mahkum edilmesi gerekiyor. Ne yazık ki bu insanlar örnek olarak kabul ediliyor. Çünkü lüks yaşamı istiyor insanlar. Buna ulaşmak için de dini, ahlaki hiçbir engelleri yok. Tüm amaçları onlar gibi yaşamak. Bu aslında maalesef ülkenin geldiği yozlaşmayı gösteriyor. Öyle bir bataklık oluştu ki, bu bataklık bu tür bir anlayışı doğuruyor. Üretmeden para kazanmanın kendisi mutlak bir biçimde yozlaşmaya yol açacaktır. Ne yazık Türkiye’nin geldiği yer bu.

DEVLET İÇİN UTANÇ VERİCİ

- Gündüz kuşaklarını takip ediyor musunuz bilmiyorum ama izleyip, farklı bir okuma yapılabileceğini düşünüyorum. Yalanı, dolanı, rahatlıkla işlenen cinayetleri, tacizi, tecavüzü koyuyor önümüze. İnsanlığımızdan utandırıyor. Biz hep böyle miydik sahiden?

Aslında ben insanın iyi bir varlık olmadığını düşünüyorum. Kötü bir varlık da değil ama asla iyi de değil. İnsanın iyi ya da kötü olması bir eğitim, kültür, bilinç meselesi. Siz ahlakın yerine sadece dini koyarsanız; din bunlarla başa çıkamaz. Üstelik dini ortaya koyan insanların da siyasi iktidar alanları, zenginlik alanları yaratmaları tam bir yozlaşmaya yol açıyor. İnsanlar televizyonlarda cinayet çözüyor, suçla mücadele etmeye çalışıyorlar. Bu bir devlet için utanç verici. Çünkü suçla mücadele etmesi gereken devlettir, kolluk kuvvetleri, adalettir. Bunlar görevlerini yerine getirmediği zaman doğru ya da yanlış insanlar adaleti sağlamaya çalışıyor. Toplumun bütün iğrenç bağırsaklarını gözler önüne seriyorlar, pis koku her yere yayılıyor. Biz daha etik, vicdanlı, adil bir toplum istiyorsak değiştirmemiz gerekiyor. Emeğe, vicdana, dayanışmaya dayalı bir toplumsal psikoloji yaratmamız gerekiyor. Türkiye, ulus olma özelliğini geçtim, toplum olma özelliğini de kaybediyor. Son derece sakıncalı, tehlikeli, vahşi ve yıkıcı bir durum.

İNSAN YİNE YIKICI YİNE BENCİL

- Biz insanlar, sizce ne kadar değişiyoruz? Örneğin geçmişle kıyaslasanız neleri kaybediyoruz, değerlerimize sahip çıkabiliyor muyuz?

İnsanların geçmiş yüz yıllara, bin yıllara baktığınızda temel özelliklerinin çok da değişmediğini düşünüyorum açıkçası. Örneğin, Homeros’un İlyada’sı 2500 yıl önce yazılmış bir metin. Oradaki kahramanların davranışlarıyla, bugünkü insanların davranışları arasında çok büyük bir fark yok. Bugünkü insanlar o günkülerden çok da ileri değiller. Yine kıskançlar, yine benciller, yine yıkıcılar, yine tembeller, yine birbirini öldürüp, yine birbirini kurtarmaya çalışıyorlar. Teknoloji değişiyor tabii, toplumda yasalar oluşturuluyor ama temelde insanın özelliklerinin değiştiğini düşünmüyorum. Evrim geçiriyoruz ama ben doğduğumda babamın bildiklerini bilmiyorum, yeniden öğreniyorum. İnsanın yeniden yeniden eğitilmesi gerekiyor. O zaman insan doğrudan, güzelden yana tavır alabilir.

DEMOKRASİ OLMADAN DÜZELEMEYİZ

- İşinizin çok zor olduğunu düşünüyorum. Bu kadar normalleşen bir suç ortamında polisiye yazıyorsunuz.

Aslında Türkiye gibi toplumlar bir polisiye yazarı için inanılmaz olanaklar sunuyor. Fakat bu olanakları görmek istemezdim. Hayatın kendisi, romana bu kadar malzeme vermesine rağmen maalesef ölümcül, korkunç yıkımlara yol açıyor. Gerçekten de Türkiye’de çok çeşitli suç skalasından bahsedebiliriz. Türkiye açık konuşmak gerekirse bir suç vahasına dönüşmüş durumda. Bir polisiye roman yazarı olarak esinlendiğim değil, utandıran bir duygu olduğunu söyleyebilirim.

- “……… olmadan bu ülke düzelmez.” Bu cümleyi nasıl tamamlarsınız?

Demokrasi olmadan bu ülke düzelemez. Demokrasi olmadığı için yatırımlar bitmiştir, çocuklar, gençler kendilerini gerçekleştiremiyorlar, demokrasi olmadığı için insanlar birbirine düşman olarak bakıyorlar. Farklılıklarımıza rağmen demokrasi içinde olmamız gerekiyor. Önce demokrasi, sonra kültürel değişim gerçekleştirmeliyiz.

- 2025 dileğinizi paylaşmak ister misiniz?

Kendim için istediğim bir şey yok. Bir yazar olarak istediğim her şeyi gerçekleştirdim. Ama ülkem için istediğim çok şey var. İnsan hakları, ekonomik krizin sonlanması, ayrımcılığın ortadan kalkması, savaş çığırtkanlığının, kadına, çocuğa, hayvana şiddetin son bulması, hukukun egemenliği, basının özgürlüğü ülkem için dileğimdir. Dünya için de otoriter yapıların son bulması, dünyadaki halkların kendi geleceklerini bir takım liderlere teslim etmeden, kendi kaderlerini kendileri yazmaları.

“UMUT VAR MI AHMET ABİ?”

 - İmza günleriniz oluyor. İnsanların size kitabını imzalatmak için saatlerce beklediğini gördüm. Ben size gençleri soracağım. Onları nasıl buluyorsunuz?

Çok şanslıyım bu konuda. Milyonları bulan bir okur kitlem var. Sadece Türkiye değil Avrupa’da da çok az yazar bu okur kitlesine ulaşıyor. Gençler çok duyarlı, bana “Umut var mı Ahmet Abi, Türkiye düzelecek mi, nasıl olacak” diyorlar. Kimsenin onları kurtaramayacağını, eğer Türkiye düzelecekse umudun kendileri olduğunu söylüyorum. Kurtarıcılara bel bağlarsanız hezimet yaşarsınız. İnançlar, giyim kuşam, politik görüşlerimiz bizi bölmemeli. Demokrasi çatısı altında, farklılıklarımıza saygı duyarak, yargının, yasamanın, yürütmenin, en önemlisi basının özgür olduğu bir ülke yaratarak bunu sağlamalıyız diyorum. Gençlerin hepsinde bu kaygıyı görüyorum, ama değişim isteği de görüyorum.

KÜÇÜK HAYALLERİ BİLE KURAMIYORUZ

- “İnsanlar çok mutsuz Nevzat Bey. Ülkeyi hiç bu kadar mutsuz görmemiştim, mutsuz ve gergin. Kibrit çaksanız alev alacak gibi herkes.” Başkomiser Nevzat’ın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesindeki Psikiyatr Doktor Nevres’le yaptığı konuşmadan bir bölüm bu. İnsanlar neden bu kadar mutsuz Ahmet Bey?

Çünkü geleceğe dair umudunu kaybedersen yaşama sevincini de kaybedersin. Örneğin bir memur, işçi ailesi 10 yıl sonra bir ev, araba alma, çocuklarını iyi bir okulda okutma hayali kurar. Bunları gerçekleştiremiyorsanız mutlu olmanız mümkün değil ki. Çok büyük hayallerden bahsetmiyorum, sağlıklı beslenmeden, sağlıklı yaşanabilecek bir konuttan bahsediyorum. Böyle bir ortamda, en temel ihtiyaçlarını sağlayamıyorsa nasıl mutlu olsun? Böyle giderse insanların gülümsemesi için bir neden kalmayacak.